DİNİ DOĞRU KAVRAMAK
Dini şöyle tarif ediliyor: “ Din, Allahü Teâlâ’nın, insanları iyiliğe yöneltmek ve kötülükten alıkoymak için, Peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği emir ve hükümlerdir.
Din bu anlamda hem itikadî, hem de amelî konuları kapsamaktadır. İnsanla Yüce rabbi arasındaki ilişkileri düzenlediği gibi, insanla insan, İnsanla eşya arasındaki ilişkileri de düzenler.” (1)
Din, Allah’ın insan için belirlediği dünya düzenidir. İnsanın tüm fiillerinin din içinde bir yorumu vardır. Din, insanın, yaratıldıktan sonra başıboş bırakılmadığının ifadesidir. Bu dünyadan sonra insanların yaptıklarından dolayı yargılanacağı bir dünya vardır.
Ona âhiret denir. İnsan, dünyadaki tüm fiillerinden dolayı ahrette sorumlu tutulacaktır. Sorumluluk çerçevesini ise din belirlemektedir.
İnsan, Allah’la ve dinle ilişkileri bakımından mü’min, kafîr, münafık gibi kişilik ölçüleri içinde yer almaktadır. Bunların çerçevesi, net biçimde açıklanmıştır. İslâm bunlardan sadece émü’min “i kabul edilebilir buluyor.
Diğerleri, Kur’an’ın ölçülerine göre kabule şayan değildir. Kendisini İslâm içinde kabul eden insan bu kabul sonra kişiliğini düzenleyeceği belirli ölçeler söz konusudur. Bu bakımdan “Ben Müslümanım” demek, belirli sorumluluklara imza atmak demektir. Kur’an, yukarda zikri geçen üç insan tipini, insanın inanç planında yaşayacağı bütün psikolojik (başkalaşma-dönüşüm) vetireleri dikkate alarak ayrıştırmıştır. Kur’an’da, kişilik tiplerinin mübhemliği söz konusu değildir. Eğer kişiliğimizi Kur’an ölçeğine göre biçimlendirmeye talip olursak, net ölçüler ulaşırız. Netleşiriz. Kişiliğimiz bütün olur. O zaman Allah’ın seveceği insan oluruz.
Kişi için doğru dini Allah belirler. Bu Allah’ın hakkıdır. Başka hiçbir varlığın hakkı değildir. Allah’ın hakkıdır çünkü, insanın hayatı ve ölümü Allah’ın iradesindedir. İnsan ise, seçim hakkına sahiptir. Seçer ve bedeline katlanır.
Allah insan için din olarak İslâm’ı seçmiştir. Allah İslam’ı mükemmel, sağlam, bütünlenmiş, bir din olarak nitelemiş, onu insan için “ nimet ” olarak anmıştır.
Allah, İnsanın İslâm’dan başka din aramasını yasaklamıştır. İslam’dan din arayışını, bir başka tanrı arayışı olarak vasıflandırmıştır.
Her insan, din anlayışında sağlama yapmak için Kur’an’a başvurmalıdır. Acaba mü’min miyim, kâfir miyim, münafık mıyım? Hangi kişilik ölçüleri bana uyuyor? Eğer kendimi mü’min hissediyor da, bunun ölçülerinde yaralanmalar görüyorsam, ya da kişiliğim de başka kişilik ölçülerinden yansımalar olduğuna dair şüphem varsa, bunlardan arınmam gerekir. Bunun için de kişiliğimi Kur’an’la test etmek zorundayım. En önemlisi, imandır. Kişi, İslâm dairesi içinde hatalar yapabilir. Ancak inanç dairesini zorlamamak gerekir. Bunun için de ölçüleri net olarak bilmelidir.
Öyleyse, din konusundaki Kur’an ölçülerine bir bakalım.
---Bir mü’min Kur’an’ı hak ile batılı ayıran, hüküm kaynağı ve hidayet rehberi olarak görür. Onu eglence vasıtası yapmaz. Kur’an’da yer alan bütün ayetlere mânâlârını anlasın, anlamasın yürek bütünlüğü içinde iman eder. Ondan kesinlikle şüpheye düşmez. Allah’ın âyetlerini alay konusu almaz, tartışmaz. Onları oyun ve eğlence haline getirmez.
---Aynı şekilde Peygamber (S.A.V) tarafından getirilen tüm hükümleri insan için diriltici, hayat bahşedici değer ölçüleri olarak görür.
---İslâm gerek Kur’an’da gerk Resûlullah’ın hayatında açık-seçik ortaya konmuş bir dindir. Bir mü’min, Kur’an’ı ve Resûlullah’ı aşıp, yeni bir din öğretimine yönelmez. Kendisine Kur’an’da ve Peygamber(s.av.) hayatında ne verilmişse onu alır. Başka yol aramaz.
--- Müslüman olmak, kişinin Allah’a Peygambere veya başka mü’minlere bir ikramı değildir. Kişi kendisi için Müslüman olur ve kime İslâm nasib edilmişse, ona Allah tarafından gerçekten büyük nimetler verilmiştir. Dolayısıyla, kimse “Bakın Müslüman olduk ya, yetmiyor mu” gibi yaklaşım içine giremez. Müslüman olmak, dünyanın en güzel nimetidir. “Ben Müslümanım” demek ise, dünyanın en güzel sözü. Dolayısıyla Müslüman, Müslümanlığını bir onur, izzet olarak da görür.
---Din bir bütündür. Herkesin ölçülerine uyacağı din aynıdır. Parça parça edilip, her kişinin veya grubun ayacağı, diğerine karşı övünç vesilesi kılacağı ayrı bir din yoktur.
---Kur’an âyetleri, hayatın hakemidir. İnsan ilişkilerindeki girift(karışık)’liği O çözer. Ona başvurarak çözülür problemler. Bu, her işe Allah’ı tutmaktır. Allah’tan başka hakem aramamaktır. Kur’an’ın hakemliği karşısında başka ölçü yoktur. Meselâ Kur’an’la çelişen “çoğunluk hükmü”, anne-baba-ata hatırı, heva-heves yönelişi, devlet baskısı, lider terörü vs… ölçü olmaz. Allah ve Rasûlü’nün, bir konuda açık hükmü varsa başka hüküm arayışına gidilmez. Allah ve Rasûlüne isyan, mü’min kişiliğinin özelliği olamaz. Ayrıca, dine samimiyetle yaklaşmak, Allah ve Rasûlünün hükümlerini kendi yaklaşımlarımıza, çıkarlarımıza, yönelişlerimize uydurmak değil, kişiliğimizi onlara göre biçimlendirmek zorundayız.
---Kur’an’nı ve Allah Rasûlü’nün hayatını, yani İslâm’ı bir hayat disiplini olarak benimser mü’min. İslâm’ı hem kişisel hem toplumsal hayat için ilâhî bir model olarak görür. İnsanların bir kısmının heva ve hevesi sebebiyle, dinin bazı hükümlerinin hayat dışında itilmesine izin verilmez.
--Helâli ve haramı belirleme işinin yalnızca Allah’a ait bir hak olduğunu bildiği için, kendi kafasından “şu helâldir, bu haramdır” gibi hükümler vermeye kalkışmaz. Bunu Allah’a karşı uydurulmuş bir yalan olarak değerlendirir.
--Hiçbir bedel karşılığında Allah’ın âyetlerinden vazgeçmez. Onları hiçbir şeye değişmez.
---Kendi çıkarı veya bir başka sebeple Allah’ın ayetlerini gizlemez.
--Kur’an’a hakaret edilen bir ortamda ya karşı koyar, ya da eğer buna imkânları yoksa orayı terk eder. Kur’an aleyhtarlarından yüz çevirir.
---Mü’min, Şeytan’ın ortaya attığı Kur’an ile şüphelere itibar etmez.
---Allah’ın âyetleri üzerinde münakaşa etmez. Allah’ın ayetlerini beğenmemek, çirkin bulmak, alaya almak, büyüklük taslamak onların vasfı değildir. Bunları ancak kâfirlar yapar. Meselâ bunlar, bir Kur’an âyeti hoşlarına gitmediği zaman “Allah başka bir hüküm indirseydi ya” gibi kendi keyiflerine göre bir din oluşmasını isterler. Kur’an âyetlerini alaya almak için kiralık kalem tutar, kiralık ağız temin eder ve boş sözler satın alırlar. Ku’an’ı insanlara gerçek boyutuyla dinletmemek için gürültü koparırlar. Allah’ın âyetlerini kendilerine sunulduğu zaman arkalarını dönüp giderler, sefahete dalarlar. Kur’an hükmü hoşlarına gitmediği zaman “Allah başka bir hüküm indirseydi ya” derler. Dini yalanlarlar. Heva ve heveslerini ilâhi edinirler. Yani heva ve hevesleri kendilerine neyi telkin ederse, Allah’ın hükümlerini unutup onlara sarılırlar. Allah’tan gelen her öğüde yüz çevirirler. Bunun için nefsi gerekçeler üretirler. Bir kısmı, “Ben de Kur’an’ın hükümlerine, Allah’ın indirdiği ölçüler benzer ölçüler koyarım” deyip ilâhlığa soyunur. Namazı ezanı alaya alırlar. Allah’ın haram kıldığını haram saymazlar. Faiz gibi temel İslâm ölçülerini inkâr edip, faizi kaçınılmazbir ekonomi unsuru olarak görürler. Eğer iktidarda iseler, iyiliğin ve kötülüğün, güzel ve çirkinin Allah’ın hükmü ile değil, kendi kuruntuları ile belirlendiğine inanırlar. Kendilerine Allah’ın dini tebliğ edildiğinde, o güne kadar uygulaya geldikleri, bir kısmı üstün tanıdıkları kişilerden, atalarından miras kalmış ölçüleri “tartışmasız” kabul eder, Allah’ın dinini reddederler.
---İdare ettikleri insanlara ve mü’minlere “Şunu şöyle yapın, günahı benim boynuma..... bizim yolumuzu takip edin, sizin günahınızı da biz yüklenelim” gibi vaadlerde bulunurlar.
--Yine iktidarda iseler, insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırarak saptırır, Allah’ın Kur’an’da belirtilen doğru yolunu karalar, eğri göstermeye çalışır, ülke çocuklarını Kur’an dışında eğitmeye yetiştirmeye çalışır.
---İktidardaki küfür, sadece kendisi sapkın hareket etmekle kalmaz, insanların bağımsız olarak Allah’ın dinine yönelmesine de engellemeye çalışır. Hatta mü’minlerin ya kendi dinlerine uymalarını, ya da ülkeyi terk etmelerini isterler. İnananları dinlerinden döndürmek temel politikalarıdır.
---Mü’minlerin inançları ve hayatları hakkında sürekli şüpheler üretirler.
--Bir bölümü ise din ile iktidarı birbirine karıştırıp, mü;’minlerin Kur’an ve İslâm’a inanmalarını, kendi iktidarları için bir tehlike olarak görür. İslâm’a karşı çıkmayı, kendi iktidarlarını korumanın ve vasıtası gibi değerlendirirler.
Kur’an mü’min ile kâfir arasında bir ikili kişilikten daha söz eder. Münafıktır bu. Dıştan mü’min görünüp yüreği inançsızlıkla yaralı olandır. Mü’min en çok böyle bir kişiliğe düşmekten sakınır. Çünkü küfrün ve imanın ölçüleri oldukça nettir. Ama nifak ölçüleri,kişilikteki tutarlılıkla ilgili bir husustur.
Kur’an’ın nifak ehline ilişkin tespitlerini de buraya almak istiyoruz:
--Nifak ehli, Kur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmına iman etmeyerek dinin ana kaynağını parçalarlar.
--Kur’an’ın kelimelerini anlamlarından uzaklaştırıp, Kur’an’ın ancak kıendileri tarafından yapılan yorumunun gerçek olduğunu söyler, kendi çevrelerinde yer alanlara da “Kur’an size böyle verilirse alın, yoksa kaçın” diye tavsiyede bulunurlar.
--Allah’ın âyetleri ile alay ederler. Niçin alay ettikleri sorulduğu zaman ise “Biz lafa dalmış eğleniyorduk” diye işin içinden çıkmaya çalışırlar. İman edip gereğince bir hayat kurmak yerine Allah’tan gelen âyetleri sürekli didiklerler.
--Bir fitne ortamı ile karşılaşmaya görsünler, hemen İslâm’dan uzaklaşıp, fitnenin içine dalıverirler. Üstelik diğer mü’minleri de kendileri gibi inkâra sürüklemek isterler. Ortamı gözetleyip, mü’minler galip gelirse onlardan, kâfirler galip gelirse onlardan gözükür, hatta “Biz sizi mü’minlerden koruduk” diye kâfirler yanında prim yapmaya çalışırlar.
--Din hususunda şüphe içindedirler.
--İslâm’ın bütün hayatı düzenleyen bir sistem olması konusunda tereddütler içerisindedirler. Kim güçlü ise, onun hükümlerine boyun eğer, İslâm’ın üstün değer olduğunu unutuverirler. Kur’an, münafıkların bu özelliğini belirtirken şunları söyler: “Hüküm için Kur’an, ve Peygamberin tespit ettiği hükümlere uymaya çağrıldıkları zaman şiddetle yüz çevirirler.” Ya kalplerinde hastalık vardır, ya da şüpheye düşmüşlerdir. Ya da inanç eksikliği sebebiyle Allah ve Rasûlü’nün kendilerine haksızlık yapacağı endişesi içindedirler.
--Söze gelince Kur’an’a ve diğer semavi kitaplara inandıklarını söylerler. Ancak hayata ilişkin bir muhakema söz konusu olduğunda Allah’ın hükümleri dışında muhakeme alanları araştırırlar. Putlar bulurlar. Tağutların önüne koşarlar.
--Kendi canlarını ve çıkarlarını Allah’ın emirlerinden, Peygamber’in getirdiği dinden daha fazla severler.
--İslâm’ın iyi gününe üzülür, zor gününde sevinirler.
--Mü’minlere benzemeyi, mü’minler gibi inanmayı, yaşamayı küçümserler. Mü’minleri istihfaf ederler.
--Kâfirlerden gelecek bir izzet ve şeref ümidiyle mü’minleri bırakıp, kâfirleri dost edinirler.
Üç kişiliğin dinle münasebeti, Kur’an’da böyle belirleniyor. Nifakı ve küfrü iradeyle seçen için söylenecek söz yoktur. Sadece onların hidayetine dua edilir. Ancak kendisi mü’min olarak görüldüğü halde, din konusundaki belirsizlikler ve ölçü karışıklığı sebebiyle küfür ve nifak ortamına itilen pek çok insan da vardır. Özellikle İslam ve Kur’an bilgisinin önemli ölçüde hayat dışına itildiği, buna karşılık değişik putların hakim değer haline getirildiği ve onlar adına yanlış dinler oluşturulup bunun eğitim ve propagandasının yapıldığı ortamlarda insanların din anlayışları ciddi yaralar alır. Yürekleri bulanır. İslam’la farklı dinler kişinin yüreğini paylaşmaya başlar. Allah inancının yanına başka putlar yerleştirilir. Değer yargıları sarsılır. Allah inancının yanına başka putlar yerleştirilir. Değer yargıları sarsılır. İslam’ın en üstün, tek ilâhi din olduğu şuuru kaybolur. Kişi inandığını zanneder, gerçekten inanma da ister buna ihtiyaç da duyar, ama İslâm’ın ölçülerinden çok uzaktadır. Hayatını birkaç ilâh’ın değer hükümleri biçimlendirir.( Oysa ilâh diye tapılan o varlıklarda gerçekte Allah’ın yarattığı nesnelerdir ve âhiret hesaplaşmasında, kendisine bağlanan, arkasından gelen hiç kimseye sahip çıkmayacaktır. Çıkamayacaktır.)
Kur’an ölünün arkasından okunur, ama dirinin hayatını başka kitaplar değerlendirir. Çağları Aydınlatan Kitabın Yüce Kur’an’ı Kerim olduğunun da bilincindeyiz. Fakat Kur’n’ı “Kerim Öğüt alınız diye indirilmiştir.” Kur’an’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını çağdışı bulmak yaygın bir sapkınlık haline gelir. Kişiler, Allah’ın ilmini dikkate almaz, Kur’an hükümlerini çağlara, dini kul ile Allah arasına hapsetmeye kalkışırlar. Ama din olarak İslâm dışında gösterilmeyi de kabul etmezler.
Bu bir şahsiyet parçalanmasıdır. Bugün İslâm toplumları genellikle böyle bir şahsiyet parçalanmasının derin izlerini taşıyor. Hem tüm İslâm dünyasında sistemler, İslâm’ı reddetmez görünüp, saptırılmış bir din ve Kur’an anlayışını toplumlara empoze etmeye ve hacir altında bir din anlayışı geliştirmeye çalışıyorlar.
İslâm bunu kabul etmez. Bu politikaya alet olan herkes, bunun sorumluluğu altındadır.bunun bedelini Allah huzurunda ödeyecektir.
KAYNAKLAR:
1.Doç.Dr. Hamdi DÖNDÜRE, Erkam yayınları,istanbul1991
2. Ahmed TAŞGETİREN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder