24 Aralık 2011 Cumartesi

"Terör Sorunu ve Etkileri" adlı konferansı

Eşrefoğlu Dergisinin düzenlemiş olduğu "Terör Sorunu ve Etkileri" adlı konferansı

7 Aralık 2011 Çarşamba, 00:04 tarihinde Seyit Karakaya tarafından eklendi
Terör tüm ülkeler tarafından yasaklanan, lanetlenen ve kabul edilmeyen bir hastalıktır.Terör ancak kendilerini ifade edemeyen, insanların hak ve hukuklarına saygı duymayanların girişebileceği bir harekettir.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de terörden muzdarip olmuş bir ülkedir. Ülkemiz 1984 yılından beridir bölücü ve ayrılıkçı terörle mücadele etmektedir. Bu mücadele onbinlerce insanımızın can kaybına, ülkemizin ve milletimizin ise güç kaybına uğramasına neden olmuştur.
Terör nereden ve kimden gelirse gelsin hiçbir zaman meşruiyet kazanmayacaktır. İnanıyorum ki Türkiye terörle ve terör örgütüyle mücadelesinde mutlak başarıya ulaşacaktır. Yeter ki buna olan inancımızı toplum olarak muhafaza edebilelim.
Bu vesileyle terörle mücadele de şehitlik şerbetini içen asker, polis ve vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyor, hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Milli Birlik Çağrısı


Eşrefoğlu Sosyo-Politik Kültür Dergisinden; ÖNSÖZ--- Milli Birlik Çağrısı

“Terörü Kardeşlik Ateşinde Yakmak” adlı düzenlemiş olduğumuz konferansımız bi nevi milli birlik çağrımızdır. Lütfen bu çağrımıza, Türklerle, Kürtlerle, Lazlarla, Dadaşlarla, Çerkezlerle, Araplarla, Süryanilerle, Alevilerle v.b. Cemaatlerle, Siyasi Partilerle, Farklı Derneklerle yani Sivil Toplum Örgütleriyle ayrımcılık-Etnisite yapmaksızın iman birliğiyle, iş birliğiyle, ortak ana dil birliğiyle bir bütün tutarak sosyal ekonomik ve kültürel çalışmaları artırıp eğitimi ortak bir hal alarak, milli kültür, milli şuur sağlamlaştırarak ve zihin birliği sağlandıktan sonra fikirlerimizi fiiliyata dökebiliriz. 





Bir milletin başarısı, mutlak bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkün olacaktır.bu mümkünat milletin güç birliğiyle elde ettiğimiz başarıdır.


Bizler Beyşehrimize, halkımıza ve tüm inanan insanlara katkımız olacağı inancı ile bu görevi üstlendik yapımız itibariyle, “bardağın dolu tarafını gören” anlayışına sahibiz.


“Birbirimizi sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsınız. İman etmedikçe cennete giremezsiniz.“  diye buyuran Allah’ın Resulün inancıyla karşınızdayız. Doğamızı, Yeryüzündeki her şeyi sevelim. Allah’ın yarattığı her şeyi sevelim.


Yeryüzünde felaket başa gelmeden önce onu önlemek ve korunmak çarelerini düşünmek gerekir.


 Yaratıcılık insanın en temel özelliklerinden biridir. İnsanın kendi doğasında beslenen bu yaratma isteği, teknolojideki gelişmelerin ana sebebidir. Artık neredeyse insan gibi görebilen, ses tanıyan, insandan daha hızlı ve isabetli karar veren sistemler mevcuttur. Günümüzde insan ve makine bir anlamda bütünleşmiştir. Buradan anlaşılacak ana başlık insan oğullarının ayrımcılık- etnik parçalara bölünme yapmadan tam anlamıyla bütünleştiğin de başarılamayacak bir şey yoktur.


Yeni sayımız için  iyi okumalar dileriz.


Eşrefoğlu Sosyo-Politik Kültür Dergisi Kurucusu Seyit Karakaya


Ölümü Hatırlamanın Fazileti

Ölümü Hatırlamanın Fazileti

(“Ey Allah(c.c)’ın Rasûlü! Şehidlerle beraber haşrolunacak bir kimse var mı?” )


Dünya’ya dalan, dünya’ya aldanan, şehvetlerine köle olan bir kimsenin kalbi şüphesiz ki, ölümün zikrinden gaflet gösterir. Ölümü hatırlamaz. Kendisine ölüm hatırlatıldığında bunu hoş karşılamadığı gibi ölümden nefret eder. Onlar o kimselerdir ki Allah (c.c) onların hakkında şöyle buyurmuştur:

“ De ki; Sizin kendinizden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra hem gizliyi hem de aşikârı bilen (Allah’a) döndürüleceksiniz. O size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir.” Cuma Sûresi, 62/8)

İnsanlar, ya dünya’ya dalan veya tevbe edip başlayan veyahut da sonuna varan ariftir.

Dünya’ya dalan kimse ölümü hatırlamaz. Eğer hatırlarsa elinden kaçırdığı dünya için üzüldüğünden dolayı hatırlar. Onun zemmiyle meşgul olur. Bu kimseyi, ölümü hatırlaması Allah (c.c)’tan daha da uzaklaştırır.

 Tevbe edene gelince, o kalbinde korkunun kabarması, tevbesinin tamamlanması için ölümü çokca hatırlar. Bazı zamanlar tevbesi tamam olmadan önce kendisini kapıp götürmesinden  korktuğu için ölümden hoşlanmaz. O ölümü hoş karşılamamakta mazurdur. Bu durum şu hadisin kapsamına girmez.

“Kim Allah (c.c)’ın mülakatından hoşlanmazsa,  Allah da onu mülakatından hoşlanmaz.”
Zira bu kimse, ölümden ve Allah (c.c)’ın mülakatından hoşlanmıyor değildir. Kusurundan ötürü Allah (c.c)’ın mülakatının elden kaçmasından korktuğu için ölümü istemez. Bu kimse, tıpkı dostunu razı edecek bir şekilde onu ağırlamak için hazırlık yapmakla meşgul olduğu için dostu ile buluşmaya geciken kimse gibidir.  Bu kimse, dostuyla buluşmaktan hoşlanmıyor değildir. Böyle davranmasının sebebi, ölüme hazırlık yapması ve ölümden başka bir meşguliyetinin olmamasıdır.  Aksi takdirde dünya’ya dalan kimselerin safına iltihak etmiş olur.

Hz. Huzeyfe ölüm döşeğinde iken şöyle demiştir. “Bir dosttur ki fakirlik üzerine geldi. Gelmesinden pişman olan kurtulmasın. Yâ Rab!  Eğer katında fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölüm yaşamaktan daha sevimliyse ölümü bana kolaylaştır ki sana kavuşayım.”

2- Her Durumda Ölümü Anmanın Fazileti

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“ Lezzetleri kesip yıkan ölümden çokca bahsedin!”

Hadisin mânası: “ Onu anmakla lezzetleri bulandırın ki lezzetlere olan meyliniz kesilsin. Dolayısıyla Allah(c.c)’a yönelmiş olrsunuz!”

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Eğer hayvanlar, ölüm hakkında ademoğlunun bildiğini bilseydiler, insanlar onlardan semiz bir et yiyemezlerdi.” (Beyhâkî)


Hz. Âişe (k.v) şöyle buyurdu:
“Ey Allah(c.c)’ın Rasûlü! Şehidlerle beraber haşrolunacak bir kimse var mı?”  Hz. Peygamber (s.a.v) cevap olarak şöyle dedi.
“Evet! Yirmi dört saatte yirmi defa ölümü anan bir kimse!”

Bütün bu faziletlerin sebebi ölümün anılmasındandır. Ölümün anılması da aldanış evinden uzaklaşmayı ve ahret için hazırlıklı bulunmayı gerektirir. Ölümden gaflet ise;  insanı, dünya şehvetlerine dalmaya davet eder.

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Müminin hediyesi ölümdür.”

Bunu şu hikmete binaen söylemiştir. “Dünya mü’minin hapishanesidir. Çünkü mü’min, dünyada nefsinin şiddetinden, şehvetlerinin riyazetinden, şeytanın müdafaasından ötürü sıkıntıdadır. Bu bakımdan ölüm onun için bu azaptan kurtulmaktır. Kurtuluş ise, onun hakkında hediyedir.” Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ölüm her Müslüman için kefarettir.”

Enes’in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.

“Ölümün zikrini çokça yapın! Çünkü ölümü anmak günahları siler, dünyayı gözünüzde küçülterek kıymetsiz kılar. Ayırt edici olarak ölüm kafidir. Vaiz olarak ölüm yeter.”

3 Ölümü Anmayı kalbe Yerleştirmenin Yolu
Ölüm korkutucudur ve tehlikesi büyüktür. Halk onun hakkında az düşündüğünü, onu az andığı için ondan gafildir. Onu anan bir kimse de boş bir kalple değil, dünya ile meşgul olan bir kalp ile onu anar. Bu bakımdan ölümün anılması bu kimsenin kalbinde herhangi bir fayda temin etmez. Öyleyse yapılması gereken şey, kulun kalbini her şeyden boşaltmasıdır. Önünde sadece ölümün anılması kalmalıdır. Tıpkı tehlikeli bir sahraya gitmek isteyen veya denizde yolculuk yapmak isteyen bir kimse gibi! Muhakkak ki bu kimse sadece o sefer hakkında düşünür. Öyleyse ölümün anılması kalbe girdiğinde tesir etmeli, kişinin dünyaya olan sevgi ve sürûru azalıp kalbi burkulmalıdır.

Ebu Derdâ (r.a.) şöyle demiştir:

“Ölüler anıldığında kendini onların herhangi bir gibi say!”

İbn Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir:
“ Said, o kimsedir ki başkasından ibret alıp halini düzeltir.”
Ömer b. Abdülaziz (r.a.) şöyle demiştir:
 “Her gün sabah veya akşam, Allah (c.c.)’ın divanına giden birini yolcu ettiğinizi görmüyor musunuz? Onu, yerin bir çukuruna koyarsınız. Yastığı topraktandır. Dostlarını geride bırakmış ve mâişet sebepleri kesilmiştir.” 

Kısa emel’in Faziletlerinden bahsedeceğiz bir diğer sayımızda…


"İmam_ı Gazali"

10 Aralık 2011 Cumartesi

Eşrefoğlu Sosyo-Ekonumik-Kültür Dergisi'nin Organize ettiği Konferans "Terör Sorunu ve Etkileri" Sunucu Doç. Dr. Caner ARABACI


Terör Sorunu ve Etkileri Konferansı Anamas Konukevinde Doç. Dr. Caner Arabacı'nın katılımıyla gerçekleştirildi. Konferansa Beyşehir İlçe Emniyet Müdürü, Beyşehir Ali Akkanat MYO Müdürü, çeşitli kamu görevlileri, öğrenciler ve halk katıldı. Program saygı duruşu ve İstiklal Marşı'yla başladı. Türkü ve şiirlerin de okunduğu program, Eşrefoğlu Sosyo-Ekonumik-Kültür Dergisi'nin sahibi Sn. Seyit Karakaya; Terörü Kardeşlik Ateşinde Yakmak

Terör tüm ülkeler tarafından yasaklanan, lanetlenen ve kabul edilmeyen bir hastalıktır.Terör ancak kendilerini ifade edemeyen, insanların hak ve hukuklarına saygı duymayanların girişebileceği bir harekettir.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de terörden muzdarip olmuş bir ülkedir. Ülkemiz 1984 yılından beridir bölücü ve ayrılıkçı terörle mücadele etmektedir. Bu mücadele onbinlerce insanımızın can kaybına, ülkemizin ve milletimizin ise güç kaybına uğramasına neden olmuştur.

Terör nereden ve kimden gelirse gelsin hiçbir zaman meşruiyet kazanmayacaktır. İnanıyorum ki Türkiye terörle ve terör örgütüyle mücadelesinde mutlak başarıya ulaşacaktır. Yeter ki buna olan inancımızı toplum olarak muhafaza edebilelim.

Bu vesileyle terörle mücadele de şehitlik şerbetini içen asker, polis ve vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyor, hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.





Seyit Karakaya'nın konuşmasından sonra

 Son olarak Doç. Dr. Caner Arabacı'nın konuşmasıyla son buldu program, Arabacı konuşmalarında ağırlıklı olarak şunlara değindi; " Terörün sadece taşeronluk yapar, terör kim adına yapılıyorsa ona hizmet etmez, sadece içinde bulunduğu ülkenin hızını keser, gelişmesini durdurur ve terör asla güvenlik sorunu değildir. Terör milli bir olaydır. Buna karşı direnç gösterme bu vatanın evladı olan tüm insanın görevidir. Kurtuluş Savaşı bu ruhla kazanılmıştır. Terör bir etnik sorun değildir. İçimizden bir grubun içine boşaltamayız nefretimizi. Terör Kürt Sorunu değildir. Sabah Namazı camiye giden imamı, okuluna giden bir öğretmeni bu toprakların insanı kurşunlayamaz, sadece Moskof kurşunlar. Karayılan Efsanesi'nden de bahsetti. 30 yaşlarında şehit olmuş, 20'li yaşlarda yaşamış birisidir. Antep'i savunma öyküsünü anlattı Arabacı. Günümüzdeki Milli hain diye nitelendirdiği Karayılan'ın da Urfalı olduğunu aktardı. Zihniyet dönüşümünün nasıl gerçekleştiğini anlattı. Pkk'nın içinde sadece Kürtlerden oluşmadığını bir sürü dış gücün etkisinde olduğunu söyledi.Thedor Hertz'in, Abdullah Cevdet'i satın aldığını ifade etti. Parayla vatan hainliği yaptığını aktardı. Tarihimizde Zenci Musa diye bir karakter es geçilmiştir. Devlet para teklif etmese de istememiştir. Dış güçlerin bize çalış dediği Zenci Musa, oradaki komutana, Komutan bana bak her laf, her adama söylenmez demiştir. Sadece dağ kadrosuna bakarak hain aranmaz, eğer Van'dan lise 3 öğrencisi dağa çıkıyorsa, hain oradadır, oradaki öğretmene bakılmalıdır. Çocuk bu şekilde dağa çıkıyorsa o mu suçludur, onları oraya gönderen midir? Milli Eğitim Bakanlığı bunu tespit edemez mi, bunu tespit etmek çok mu zor? Teröre giden ekonomik kayıplarımız, bizi uçurmaya yetmez mi? Dünyanın en büyük devletlerinden olan Osmanlı neyle yok oldu, terörle yıpratıldı, terörle yıkıldı. Osmanlı'ya karşı azınlıkların nasıl terörist hale getirildiğini anlattı. Bu terör olgusu Şark Meselesi'nin bugünkü halidir. Anadolu'yu parçalamak için gençler eğitildi. Anadolu'da terör için kurulacak Ermeni'de bittiğine göre, şimdi sıra kime geldi? Kürt Şeyh 1. Dünya Savaşı sırasında ihanet teklif eden 11 İngiliz Ajanı'nı iz bırakmadan öldürtmüştür. Bugünkü değişimi ise zihniyet dönüşümü olarak değerlendirebiliriz. Yahudi ve diğer dış güçlerin terörü finans yönünden destekliyor. Gençlerimizi değerlerle donatarak yetiştirme işini eğitim kurumlarımız yapacaktır, teröre karşı herkesi bilinçlendirmeliyiz, vatan sevgisini aşılamalıyız, sadece teröre karşı çıkarak ortak duruş ortaya koymalıyız. Bu millet terörün de hakkından gelir." Arabacı'nın konuşmasının ardından, Seyit Karakaya tarafından Kur-an'ı Kerim hediye edildi. Caner Arabacı Kuran'ı öperek alnına koydu. Hediye töreninin ardından program sona erdi.

9 Ekim 2011 Pazar

Eşrefoğlu Dergisinden bir konu; "CAHİL OLMAK, CAHİL KALMAK" Seyit KARAKAYA

CAHİL OLMAK, CAHİL KALMAK


Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış… Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Ve onu; “ Renklerin Ustası” anlamına gelen Ranga Guru diye anarlarmış. Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raçiçi eğitimini tamamlamış ve son yaptığı resmi değerlendirmesi için Ranga Guru’ya götürmüş. Ustası; “ Sen artık ressam sayılırsın Raçiçi, resimlerini bundan sonra halk değerlendirecek, bu resmi şehrin meydanına as, yanına da bir kırmızı kalem koy, beğenmeyenler beğenmedikleri noktaları işaretlesinler” demiş. Raçiçi denileni yapmış. Ve birkaç gün sonra resmi koyduğu meydana gelmiş, bakmış ki tüm resim çarpı işaretleriyle dolu… Hâliyle üzülmüş… Hocasına durumu anlattığında hocası onu teskin etmiş  ve resme devam etmesini istemiş. Raçiçi yeni bir resim yapmış, ustasına götürmüş. Ranga Guru; resmi tekrar şehrin meydanına koymasını, yanına boya, fırça koymasını ve beğenmeyenlerin, beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazıyı tablonun yanına asmasını söylemiş…

Birkaç gün sonra meydana giden Raçiçi, resmin aynen durduğunu, boya ve fırçaların hiç kullanılmadığını görmüş ve ustasının yanına giderek sevinçle durumu anlatmış.

Ranga Guru: “ Sevgili Raçiçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verdiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi senin resmini karaladı…
Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi. Mesleğinde USTA olman yetmez Raçiçi, Bilge de olmalısın. Emeğinin Karşılığını, ne yaptığını bilmeyenlerden alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiçbir kıymeti yoktur.

Sakın Emeğini Bilmeyenlere Sunma ve Asla Bilmeyenlerle Tartışma.”

Not: Bazıları bilgiye ulaşmamıştır; bu türlerin cahilliği giderilebilir. Bazıları ise bilgiye ulaşmak istemez. Adamlıklarını makam-rütbe-parayla alakalandırırlar. Bilgileri olmadıkları gibi bilgisi olanları, emek verenleri karalarlar işte bu hastalıklı zihniyetler cahil kalmaya mahkumdur!

Eşrefoğlu Dergisinden bir konu; "GÜNÜMÜZDE GENÇLİK" Seyit KARAKAYA








                                GÜNÜMÜZÜN GENÇLİĞİ

                                                                                                                             Seyit KARAKAYA                                          
Gençlik, toplumun en dinamik yapısını teşkil etmektedir.. bu ülkenin gelişmesinde en aktif rolü gençlik oynamaktadır. Ülkemiz genç nüfusun fazla olduğu bir ülkedir. Bu ülkemiz için büyük bir şanstır. Bunun değerlendirilmesi  ve toplumun aktif hale getirilmesi demektir. Ama bu konuya tetkik ettiğimizde ortaya çıkan tablo çokta içacıcı değildir.
Bugün Türk Gençliğini uçurumun kenarında görüyorum. Milli ve manevi değerlerden kopmuş, toplumsal konulara duyarsız kalan, yabancılaşmanın veTürk Milleti üzerinde oynanan oyunların parçası yapılmak istenen bir gençlik görmek, insanı üzüyor. Üzerimizde kendi emellerini tatbik hevesi güden aşağılık zihniyetler, gençliği tesir altına almak için türlü tezgahlar hazırlamaktadırlar. Kimliğini kaybeden, kültürüne yabancı kalmış yabancı kalmış gençlerin ortaya çıkması Türk adını dünyadan silmek isteyen bu zihniyetlerin ekmeklerine yağ sürmektedir.
 Dilimizden başlayarak, diğer değerlerimizde dahil yozlaştırılmaya, sulandırılmaya ve tartışmaya açarak, gençliği etkilemek ve toplumlarına yabancı yetişmelerini sağlamak politikalarını ne yazık ki uygulamaya koymuşlardır.
 Peki bu böyle mi gidecek?
-HAYIR-
Bu noktada sorumluluk bilinciyle hareket edecek, değerlerine sahip, inanmış gençlik üzerine düşen tüm görevleri yerine getirecektir. Tarihten aldığı ruh, Türk Gençlerine aktif olmayı ve toplumu ilgilendiren konularda öncü, belirleyici, toplayıcı olmayı öğütler. Tarihini bilen Türk Gençliği çirkin tezgâhlara gelmeyecek ve buna karşı cephe oluşturacaktır. “ Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” sözünün idrakinde, Türk Gençliğini uyandıracak ve Türk Gençliğinin birliğinin tesisini sağlayacaktır. Bu görev, Türk’ün ilk ve mukaddes görevidir.  Bu görevin yerine getirilmesi milli ve vicdani bir sorumluluktur. Bu sorumluluk duygusu ise Türk’ün fıtratında vardır…
Türklük İslamiyet’in Kılıcıdır.”


                             SOSYAL BUHRAN ÜZERİNE…

Yazıma müteessir başlıyorum ne yazık ki…
Toplumumuz bugün, sosyal bir buhranla muhataptır. Bu mutahaplığın oluşum sütrecini incelemek, sonucun şekillenmesindeki en önemli etkendir. Bu sürecin şekillenmesi öyle uzak bir tarihe tekâbül etmez. Osmanlı Devletinin son dönemlerinde, daha önce toplumumuzun içinde görülmeyen, hırsızlık, gasp, yağmalama, ırza geçme gibi kötü olaylar terennüm etmiştir. Bu, Milli Mücadelede  ile kısmen son bulmuşsa da, daha sonra artarak ve suret değiştirerek, toplumun içine girmiş ve sosyal, ekonomik, kültürel, toplumsal buhrana yol açmıştır.
Atatürk’ten sonra tam manasıyla milli bir duruş sergilenememesi, otorite oluşturulamaması, nüfuz kurulamaması bizi yabancı devletlerin ağına düşürmüştür. Buna bağlı olarak toplumumuz, yabancı kültürlere aşılanmaya, bu doğrultuda yönlendirilmiştir. Bu tezgâh sinsi sinsi kurulmuş, geliştirilmiş ve uygulamaya geçilmiştir. Küçük gibi görünen gizli tuzaklarla başlayıp milleti büyük tezgâha getirmek isteyen pis niyetliler ne yazik ki gençliğin büyük çoğunluğunu tesirine almıştır. Gençlerimiz bu etkileşimin muhatabı kılınmıştır. Türk Gencinin tutunduğu dal olan milli ve manevi değerler, yine gençlik tarafından bilinerek yahut bilinmeyerek kesilmektedir. Birileri de bu duruma gülmek için sabırsızlıkla beklemektedir. Milletimizin, gençlerimizin ortak değeri olan bayrak, devlet, namus, din, milliyetçilik gibi değerler önemsiz gibi, çağa uymuyormuş gibi, gösterilmeye çalışılmaktadır. Gençlik, tarihine, edebiyatına sahip çıkmamakla, kitap okurken dahi yabancı kitaplar seçilmekte, Türk müziği, musukîsi “banel” gibi görülmekte yabancı müzik tercih edilmektedir. Yani hemen hemen her şeyde “yabancı olması” aranmaktadır. Ahlak yapımız bozulmuş, dilimiz bozulmak istenmektedir. “ flört” denen olay aşkın, sevginin, birlikteliğin yerini almıştır. Aile yapımız delinmek istenmekte kadın-erkek çatışması, feminizm denen dalgayla kadınlarımızın asi olması, itaatsiz olması sağlanmaktadır.
Velhasıl değerlerimiz yıkılmak istenmektedir.
Cenab-ı Allah bu milletin yardımcısı olsun…  




Eşrefoğlu Dergisinden bir konu; "HOCA AHMET YESEVİ VE İZBASARLARINDA HOŞGÖRÜ"

04 Ekim 2011 Salı, 23:06 tarihinde Seyit Karakaya tarafından eklendi

           HOCA AHMET YESEVİ VE İZBASARLARINDA HOŞGÖRÜ 
                                                                                                                    Namık Kemal ZEYBEK

            Hoca Ahmet Yesevi “İslam Tasavvufu ile Türk Töresinin bileşimini yaparak Orta Asya’da Müslümanlığı yayan “Ulu Ata”dır. Türkler arasında İslam’ın ve doğru İslam’ın yayılmasında en önemli yer O’nundur.”
            1- Allah aşkı 2- İnsan sevgisi 3- İçtenlikli Müslümanlık 4- Kadına toplum içinde değer vermek 5- Emeği esas almak 6- Başka inançlara hoşgörü ve 7- Bilimi dinin temeli yapmak yesevi öğretisinin esaslarıdır.
            Ahmet Yesevi Divanı Hikmet adıyla bilinen eserine “Bismillah diyerek hikmet söyledim; taliplere dür ve gevher saçtım” diye başlıyor. Dür ve gevher dediği Ayetler ve Hadislerdir. Yani Kuran Ayetleri ve İslam Peygamberinin sözleri ve ilk hikmet takip eden yedi hikmetle diyor ki:“Allah’a varan yol insandan geçer. Tanrı Elçisi garip, fakir, yetimlere çok ilgi gösterdiği ve onlara yardım ettiği için Allah’a ulaştı; en yüce makama çıktı; miraç gerçekleşti.”
            Yani insana hizmet en kutlu ibadettir. Çünkü insan alemlerin özü ve yaratılmış en kutlu varlıktır. Bu yüzden insanı incitmek ise günahların en büyüklerindendir.
            İşte Yesevi’den bir hikmet:
            “Sünnet imiş kafiri de incitme! Katı kalpli kalp kırıcıdan Allah şikayetçidir.”
            Yesevi yolunda “Hakikat” kapısının 10 makamından biri de “kimseyi incitmemek”tir.
            Yesevi’nin ana kaynağı Kuranı Kerimdir. Yüce kitapta Allah şöyle buyuruyor:
            “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. Öyle ise sen, inanmaları için insanları zorluyor musun ?”(Yunus 99)
            “Sizin dininiz size, benim dinim bana” (El-Kâfirun 6.)
            “Herkesin dini kendine” dinler arasındaki hoşgörünün ve din mensupları arasındaki ilişkinin temeli olmalıdır, diyorum.
            Ahmet Yesevi yolundan yetişen O’nun izbasarlarının en önemlileri Orta Asya’da Hakim Ata Süleyman Bakırgani, Anadolu ve Balkanlarda Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre’dir.
            H. Ahmet Yesevi’nin hayatı miladi 12. yüzyılı aşıp, 13. yüzyıla ulaşmıştır. 13. yüzyılı ve sonrasını ise onun binlerce öğrencisi aydınlatmıştır.
            Hakim Ata, Piri’nin yolundan giderek yazdığı hikmetlerde “Hazret Sultan’ın   Hıristiyanlar, Yahudiler ve Moğollarla ilgilendiğini yazıyor.” Yesevi dergah’ında dağıtılan aşı almak için kimseye dini, mezhebi, tarikatı, milliyeti sorulmazdı. İnsan olan herkese yardım edilirdi.
            Hacı Bektaş Veli aynı anlayışı Anadolu’ya taşıdı. “İncinsen de kimseyi incitme!” sözü çok bilinen ve tekrarlanan bir sözdür.
            Yunus Emre bir Yesevi izbasarı ve Hikmet geleneğinin en önemli şairidir. Onun şiirlerinden seçtiklerimiz Yesevi Yolu’nun ve izbasarlarının hoşgörü kültürünü en açık şekilde ortaya koyar:
            Yetmiş iki millete kurban ol âşıkisen… Tâ aşıklar safında imâm olasın sâdık…
Yetmiş iki millete suçum budur hak dedim… Korku hıyanetedir ya ben niçün korkarım...
“Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan… Halka müderris ise hakikat de âsidir…
            Yunus Emre der hoca gerekse var bin hacca… Hepisin den iyice bir gönül’e girmektir...
Gönül çalabın tahtı çalap gönül’e baktı… İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise…
Gelin tanış olalım işi kolay kılalım… Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz…”
Yesevi yolu asırlar boyunca birbirini izleyen altın zincir halkaları gibi günümüze kadar sürüp gelmiştir.
Kazakçanın en büyük şairi büyük aydınlatıcı Abay’ın bu konudaki şiiri ile konuşmamı bitiriyorum.
“Sevgiyle yarattı Adem soyunu… Sen de sev Allah’ı canından çok… Adem soyunun hepsini sev kardeşimdir diyerek…”

Eşrefoğlu Dergisinden bir konu; EŞREFOĞLU CAMİİ-İmam- Hatibi-İsmail EFE

05 Ekim 2011 Çarşamba, 19:57 tarihinde




                            EŞREFOĞLU CAMİİ                                                                                                
                    
  Eşrefoğlu Camii, Beyşehir Gölü’nün 100. Kuzeyin de şehrin ilk kurulduğu yer olan ve hala aynı isimle anılan “içerişehir” mahallesinde’dir. Camii Eşrefoğlu Beyliği’nin kurucusu Seyfeddin Süleyman Bey 1296-1299 tarihleri arasında yaptırmış olup Anadolu’da ki düz tavanlı ahşap direkli Ulu Camilerin en büyüğü en görkemlisi ve en orijinalidir. Türk mimari kültüründe önemli bir yere sahip olan ağaç direkli düz toprak damlı camilerin Anadolu’da ki ilk örneklerinden olan Beyşehir Eşrefoğlu Camii ahşap ve taş işçiliği çinicilik, kalemisi, süslemeleri hünkar (bey) mahfili, müezzin mahfili çilehaneleri, dehlizleri, kar deposu gibi özellikleri ile ayrıca dikkat çeker.
                Eşrefoğlu Camii’ni diğer camilerden ayıran bir özellik de dikdörtgen plan üzerinde beş cepheli oluşudur. Cami’nin üç giriş kapısından biri olan taç kapı portalı (ana giriş kapsısı) bu cepheye yerleştirilmişti. Bu cepheye aynı zamanda çarpık cephede denir ve burası kuzeydoğu yönündedir. Bu beşinci cephenin yapılmasını camiinin inşası sırasında şehrin ana yollarından bir tanesinin bu istikametin geçtiğini dolayısıyla yolun bozulmayıp caminin yola uydurulduğuna bağlayanlar vardır. Taç kap portalının bulunduğu bu beşinci cephe kesme taşlarla diğer dört cephe moloz taşlarla örülüdür.
                Eşrefoğlu Camii’nin tavanındaki 98 adet ana giriş ve 450’nin üzerindeki tali kirişleri cami içinde erkekler bölümündeki  42 adet ve bayanlar sermahfilindeki  5 adet toplam 47 adet 0.38 ile 0.45m. çapında ahşap direkler taşımaktadır. Bu sütun ve kirişlerin tamamı sedir ağacıdır. Cami içinde kuzey-güney yönünde dizilmiş olan sütunlar camiyi yedi sahına ayırmaktadır.    
         
EŞREFOĞLU CAMİİ KAR DEPOSU
            Caminin tam ortasında yer alan boşluk hakkında üç görüş vardır. Birinci görüş; burasının Selçuklu mimari geleneğinde dış avlu yerine yapı içerisinde yer alan sembolik bir avludur.
                İkinci görüş; su ihtiyacı için doldurulan bir sarnıçtır. Ancak bu görüş ihtimal dahilinde değildir. Çünkü Beyşehir gölüne 100m. Mesafede bulunan cami de böyle bir ihtiyaçtan söz edilmesi pek mümkün gözükmüyor. Üçünü görüş ise cami ortasındaki bu boşluk bir kar deposudur. Her ne kadar bu görüş hakkında somut bir bilgiye ulaşılamasa da orman mühendisleri ile görüşmelerimiz  neticesinde  şöyle bir kanıya vardık eldeki bilgilere göre camii inşasında kullanılan sedir ağaçları Torosların uzantısı olan Anamas Dağı ormanlarından kesilmiştir. Kesilen bu sedir ağaçları beş-altı ay ya da daha fazla bir süre Beyşehir gölünde ıslatılmış daha sonra hayvan gübresine yatırılmak suretiyle fırınlanmıştır. Dolayısıyla fırınlanan bu sedir ağaçlarının belli bir neme ihtiyacı vardır. Konu ile ilgili olarak Prof. Dr. Melih Boydak ve Dr. Mehmet Çalıkoğlu’nun birlikte yazmış oldukları Toros sedirinin biyolojisi ve silvikültürü adlı kitabın 214. Sayfasında göller bölgesinin daha nemli bazı kısımlarında ekimler dikimlere oranla daha başarılı olabilir. 221. sayfada ise güney yamaçlardaki sedir ağaçlandırmalarında önemli bir sorun, karın erken kalkması nedeniyle görülen çıplak don olayıdır ifadeleri sedir ağaçlarının neme duydukları ihtiyacı anlatıyor. Kitapta ağırlıklı olarak sedir ağaçlarını ormandaki yetişme tarzından bahsediliyor fakat M.Ö 2750 yıllarından bu yana gemi inşasında da nemli ortamlarda yüzerek çok uzun  yıllar yaşayan sedir ağaçları kullandığını biliyoruz. Buda bize sedir ağaçlarının kesildikten sonraki durumu hakkında bilgi veriyor.
                1941 yılına kadar camii, üzeri toprak dam idi. Halk arasında ki rivayete göre bu yıla kadar dama biriken kar, karlık diye tabir edilen boşluğun üzerindeki aydınlık fenerin olduğu kısımdan bu boşluğa kürünür,  üstten yarım metre boşluk kalıncaya kadar basılarak depo edilir, karın üstüne hasır serilmek suretiyle üstü samanla doldurulmuş. Böylece hem caminin aşırı derecede soğuk olması önlenir hem de karın erimeden yaza kadar muhafaza edilmesi sağlanır, ayda birkaç defa yatsı namazından sonra hasır yarıya kadar açılarak karın yavaş yavaş erimesi sonucu ağaçların nemlenmesine imkan tanınırmış.

                1941 de camii üstü kiremitle kapatıldıktan sonra kuyuya kar küreme işi yapılamadığından yaklaşık 10 yıl daha insanlar kışın buz tutan Beyşehir gölünden kağnılarla ve sırtlarında buz kütleleri getirerek camideki karlılığı doldurmuşlar. Bu işlemin camideki ağaçların nemini sağlamak için yaptıklarını söyleyenler cami cemaati bazı yaşlılar veya baba ve dedelerinden duyduklarını söyleyen vatandaşlar.1941 yılından beri kar depo edilmeyişinden dolayı ağaçlarda yer yer kuruma ve çatlama görülmektedir.10 yıldır Eşrefoğlu camiinde görev yapan bir kişi olarak bu durum bizi hayıflandırmaktadır. Bundan dolayı Eşrefoğlu camiine iklimlendirme sistemi kurulması hususunda tarafımdan bir dilekçe ile Beyşehir Orman İşletmesi Müdürlüğü’ne müracaatta bulunulmuş olup Orman İşletmesi Müdürlüğümüz tarafından ise Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesine bir yazı gönderilmek suretiyle konunun bilimsel araştırması yapılarak rapor verilmesi istenmiştir. Rapor nihayet  10 Ocak 2011 tarihinde elimize ulaşmıştır. Raporda kar deposu yerine iklimlendirme sistemi denilen ne aletlerinin kurulması tavsiye edilmiştir. 


Burada yaz aylarına kadar muhafaza edilen kar ya da buz , yazın camiyi serin tutarak klima görevi görürken, tarlada, bahçede çalışan vatandaşlarında soğuk su ihtiyacını karşılarmış.
1965 yıına kadar karlığın genişliği 5.10*5.20 m derinliği ise yaklaşık 7 m olup, bugün içindeki karlığın dışında olan dört adet sütun o yıllara kadar karlığın içerisindeymiş fakat 1963 yılı yazın da camii içine giren güvercinleri kovmaya çalışırken cemaatten birinin, karlığın etrafındaki korkulukların iyice harap olması  ve kaldırılmış olması nedeniyle kar kuyusu fark edemeyip kuyuya düşmesi, kullanılmayan kar deposunun hem iki-iki buçuk m kadar doldurulmasına hem de daraltılmasına neden olmuştur. Karlığın yaklaşık 7 m iken 1965 yılında doldurularak 4 m 20cm düşürülmüş, genişlik ise 3.90*3.20 m daraltılmıştır.
                Bey mahfili: caminin güney- batı köşesinde yer alan dikdörtgen beymafili enine 1, boyuna 2 sahınlık alana kurulmuştur. Yerden 3.95 metre yükseklikteki mahfili yerden kuzey güney yönünde yerleştirilen 0.35 çapında 2.80 m. Boyunda iki ahşap sütün ve bu sütunların üstünde bir ana kiriş ve bununda üstünde bir ucu batı duvarına basan 18 adet tali kirişler taşımaktadır.
                Müezzin mahfili: yerden yüksekliği 2.35 m. Kenar uzunlukları 5.45 m kare bir alana oturan mahfil mihrapının kubbesi ile karlık arasındaki dört sütun arasına kurulmuştur. Mahfil kirişlerle, köşelerde orta sahının kıble yönündeki dört direğe, aralarda ise tali desteklerle taşınmaktadır. Etrafını çeviren 0.58 m yükseklikteki korkuluklar “ajur” tekniğiyle işlenmiş, taşıyıcı kirişlerin alt ve yan yüzleri bitkisel motiflerle süslenmiştir.
                Mihrap: Eşrefoğlu Camii’nin mihrabı 13. Yüzyıldaki en başarılı mozaik çinili mihraplardandır. Üslup bakımından Konya mihraplarına bağlanır ve Selçuklu mihraplarıyla yarışabilecek seviyededir. Kütlesi kıble duvarından olan 0.50 m. Dışarı doğru çıkıntı yapan ve tamamı mozaik çini ile kaplı olan mihrabın kenar çevresi ile birlikte genişliği 4.58 m. yüksekliği 6.17 m. Beş bordürle çerçeve içerisine alınmış mihrabın ikinci bordürü kitabe bordürü olup Ali imran suresinin 38-41. Ayetleri yazılıdır. Mihrab önü kubbesi sırlı tuğla denilen tuğlalar arasında yeni çinilerle kaplıdır. Kubbe eteğinde ise bakara suresinin 255 ve 256. Ayetleri yazılmıştır.
                Minber: Eşrefoğlu camii’ nin minberi, tamamı ceviz ağacından hakiki “kündekârı” tekniğiyle oymalı, çatmalı olarak yapılmış, binlerce yıldız ve geometrik parçalarına da katma ve eğri kesim tekniği uygulanmıştır. İnanılmaz bir gösterişe sahip olan 4.02 metre uzunluğundaki minberin ön yüzü genişliği 1.02, yüksekliği 2.70 m kubbe külahının tepesine kadar olan yüksekliği 6.02 m. dir. Minber kapısı kemerinin köşe dolguları arasına minberi yapan usta ismini yazarak adeta imzasını atmıştır. Sağ köşedeki yapan işçi anlamında “amel-i” soldaki ise “isa” dır.yani minberi yapan isa demektir. Kapı üstünde ki aynalık kısmında ise “mâkili” yazı sitili ile Allah, Muhammet vedört halifenin isimleri olan Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali isimleri yazılıdır.
Eşrefoğlu Camii’nin daha bir çok özelliğini ve detaylarını çok yakında yayınlanacak olan kitabımız da görebilirsiniz.
Selam ve dua ile,

     

Eşrefoğlu Dergisinden bir konu; 2012′de Bizi Bekleyen İnternet Tehlikeleri- Levent ÇELİK

07 Ekim 2011 Cuma, 02:28 tarihinde Seyit Karakaya tarafından eklendi

2012′de bizi bekleyen internet tehlikeleri
                                                                                                                          Levent ÇELİK
İnternet teknolojisi gelişirken korsanlar da boş durmuyor. Teknik anlamda kendini güncelleyen korsanlar bilgi güvenliğini tehdit etmeye devam ediyor…
İnternet teknolojisi gelişirken korsanlar da boş durmuyor. Teknik anlamda kendini sürekli olarak güncelleyen korsanlar kurumların bilgi güvenliğini tehdit etmeye devam ediyor… AVG Technologies Pazarlama Müdürü Gareth Williams son yıllarda birçok kişinin, temel düzeyde koruma çözümleri yerine tam koruma çözümlerini tercih ettiğini söylüyor. Bu eğilimin 2009 yılı boyunca devam ettiğini dile getiren Williams, artan güvenlik tehditleri nedeniyle 2012 yılı boyunca da güvenlik yazılımlarına rağbet olacağını tahmin ettiklerini dile getiriyor. Willams, internetin yaygın kullanımı ile birlikte internet tehditlerinin azalmak yerine çoğaldığını belirterek 2012 yılında bu tehditlerin daha da hızlı ve organize olacağı konusunda tahmin yürütmenin yanlış olmayacağını söylüyor.
İşte 2012 yılında beklenen tehditler…
2012 yılında kimlik hırsızlığı artacak
Yıllardır kötü niyetli kişiler zararlı kod ve internet siteleri aracılığı ile doğrudan ya da dolaylı olarak masum kullanıcıların kimlik bilgilerini çalıyor, verilerini ele geçiriyor. Sosyal ağların giderek daha fazla kullanılması kimlik hırsızlığını da oldukça artırdı. İnsanlar hala Nijerya’da bir diktatörün yakınlarına yardım ettiklerine inanıyorlar, hiç almadıkları piyangoyu kazandıklarına ya da gerçekten hiç tanımadıkları uzun süre kayıp olan çok zengin bir yakınlarının olduğuna veya benzeri şeylere inanıyorlar ve iyi niyetli avukatın onlara yardım ederek kalan mirasa kavuşturabileceğini düşünüyorlar.
Kimlik hırsızları sosyal ağlar ile ya da bilgisayarınıza erişim sağlayarak hakkınızda bilgi dosyalarına ulaşabilir, böylece kişisel bilgilerinizi çalabilirler. Kimlik hırsızları bir kez tüm bilgilerinize sahip olduğunda internet üzerinden alışverişlerde kredi kartı bilgilerinizi kullanabilir.
Çevrimiçi oynanan oyunlar kimlik hırsızlarının hedefi
Çevrimiçi oynanan oyunlar da artık kimlik hırsızlarının hedefleri arasında. Kötü niyetli bu kişiler çevrimiçi oynanan oyunlardaki kullanıcı isimlerini ve şifrelerini dahi çalıyor ve en favori oyunlarınızdaki kazançlarınıza ulaşabiliyor.
Botnetlere dikkat
2012 yılı internet tehditlerinden bir diğeri ise bilgisayarınızın yine kötü niyetli kişiler tarafından botnetlerin bir parçası haline getirilmesi. Botnetlerin bir parçası haline gelen bilgisayarınız, kaynaklarınızı ve internet bant genişliğinizi spam göndermek, virüslü internet sayfaları, yasadışı yazılım yükleme, film, müzik, çocuk pornografisi vs. gibi tehlikeli işlemler için kullanılabilir.
Geçici internet tehditleri
2012 yılında siber suçlular hızlarını geliştirmeye devam edecekler, kampanyalarını alandan alana, sunucudan sunucuya taşıyabildiklerini göreceğiz. Son zamanlarda giderek artan bir şekilde kötü niyetli kişiler tarafından günlük olarak kurulan yüz binlerce yeni internet sitesini ve sayfasını görüyoruz. Bu siteleri kötü amaçları için kullanıyorlar. Bu onlara bir haftadan fazla bir süre bazı güvenlik sağlayıcıları tarafından kullanılmaya başlanılan itibar tabanlı güvenlik ağlarında iyi bir derece elde etmelerini sağlıyor. Sonrasında kötü niyetli kişiler “masum internet sayfalarını” değiştiriyorlar ve aynı internet sayfaları üzerindeki zararlı yüklerle birlikte yaşıyorlar. 2009’un başında AVG araştırmacılarının raporladığı zehirli internet tehditlerinin yüzde 60’ı bir günden yüzde 75’i ise 30 günden az bir süre aktifti.
İtibar tabanlı ağlar ve kara listeler bu zehirli internet sitelerini fark ettiğinde siber suçlular internet sitelerini ve sayfalarını başka bir alan ve sunucuya taşımış oluyorlar.
Gündemdeki olayların istismarı, haberler ve dedikodular
Bazı çete üyeleri yakın zamanda popüler çevrimiçi arama hizmetlerini manipüle etmek konusunda başarılı oldular. Doğal olarak bu kişiler başarı sağladıkları alanlarda yatırım için daha fazla çaba harcıyorlar. Arama sonuçlarını hızla ilk sıralarda çıkarabiliyorlar. Bir ünlünün ölümü, seçim kavgaları ve video klipler gibi konular kötü niyetli kişiler tarafından hemen istismar ediliyor. Siber suçlular araştırma sonuçlarında tıklanan linkleri zararlı internet sayfalarına yönlendiriyorlar. 2012 yılında bu şekilde birçok özel zararlı yazılım saldırıları görmeyi bekliyoruz.

Kesinlikle kötü niyetli kişiler bu konuda başarısız değiller ve kendi İnternet 2.0 becerilerini geliştiriyorlar. Koobface solucanı Facebook’u hedefliyor ve bu durum kullanıcı sayısı düşünüldüğünde kaygı verici. Sosyal ağ sitelerinin taktikleri sizinle arkadaş listeniz üzerinden bağlantı kurabilirler. Muhtemelen bu tür şeyleri 2012 yılında daha fazla göreceğiz.
Gelişmekte olan ülkelerdeki tehditler artacak
Gelişmekte olan ülkeler internette zayıf güvenliğe sahip. Bilgisayar sayısı ve internete bağlanan insan sayısında hala hızlı bir büyüme yaşanıyor. Çin, Hindistan, Brezilya vb. gibi ülkelerde birçok insan internete gelişmiş bağlantı hızı ile bağlanıyor. Ne yazık ki bu kişilerin bir çoğu korsan yazılım kullanıyor ve bu şekildeki programlar güvenlik yamaları ile güncellenemiyor. Bu durum kötü niyetli kişilerin bu bilgisayarları hedef seçmesini kolaylaştırıyor. Bunları kontrol altına alıp suç faaliyetlerinde bir güç kaynağı olarak kullanmaya başlıyorlar. 2012 yılında gelişmekte olan ülkelerdeki tehdit oranında büyük bir artış olmasını bekliyoruz.
Küresel ekonomik krizin güvenlik üzerindeki etkileri
Her ne kadar mevcut ekonomik krizin etkileri eşit olarak dağılsa da Amerika, Avrupa ve Asya’nın bazı bölümlerinde özellikle istihdam alanında ciddi sonuçlar yaşandı. Suç oranları ekonominin sıkıntılı zamanlarında yükseliyor. Birçok kişi ekonomik sıkıntılar yüzünden siber suçluların arasına katılmayı ikna edici bulacaktır.
İşletmeler hala kayıtsız
Eğer işletmelerin IT departmanları ve güvenlik yöneticileri iş istasyonları ile sunucuları düzgün güncelleme ile korurlarsa, çalışanlar nelerin olabileceğine karşı tehditleri iyi anlar ve bilirlerse daha tedbirli davranabilirler. Sadece, bu duruma karşı sürekli olarak dikkatli olmak ve ihtimal planlaması yapmak gerekir. 2009’da yaşanan üzücü olaylar gösterdi ki bir çok işletme düzgün korunmuyor.
IT ve güvenlik yöneticileri “tehlikeleri uzak tutmak için güvenlik duvarına ve diğer ağ güvenlik açığı tabanlı saldırıları ve porno temaları, oyunlar ve diğer zararlı sitelerini dururmak için içerik filtresine sahibiz” diye rahat edebiliyor.
Bu tutumun anlamı bir çok işletmenin zayıf güncelleme politikalarına sahip olmaları. Bu zayıflıklar çoğunlukla siber suçlular tarafından kullanılıyor. Ayrıca siber suçluların yasal reklam ağları ve hatta en büyük reklam ağlarından reklam hizmetlerini satın aldıkları gerçeğini görmezlikten geliyorlar. Bu reklamlar yasal internet siteleri üzerinden harika bir şekilde çalışıyor gibi görünüyor. Kötü niyetli kişilerin bu saldırı şeklini genişletmesinden dolayı işletmelerin bu durumdan çok fazla zarar görmesini bekliyoruz.
Tehditler azalmak yerine artacak
Ne yazık ki güvenlik tehditleri 2012 yılında her zamankinden daha zararlı ve hedefli olacaklar ve daha sık karşımıza çıkacaklar. Zararlı yazılım ve siber suçlar organize suç tarafından bir iş modeli olarak yürütülüyor.
Tehditlerin doğasını ve amaçlarını anladıysanız kaygılanmanıza gerek yok. Bilgisayarınız için iyi bir güvenlik korumasına sahip olmanız ve tüm yazılımları güncel tutmanız korunmanıza yardımcı olacak. Şirketlerin “2012’da güvenli olmak için gerekli donanıma sahip miyiz” sorusunu sormasının tam zamanı…

Eşrefoğlu Dergisinden bir konu; Şiir "GEBE KALMAYIN SİLAHLARA… " Nevzat ARAS

07 Ekim 2011 Cuma, 02:55 tarihinde Seyit Karakaya tarafından eklendi

GEBE KALMAYIN
                        SİLAHLARA…

                                                  Nevzat ARAS
Duvardaki babanla
Beşikteki bebemle
Silahların göğsünde
İnadına uyudum her gece
                  Öleceğimi bilsem de


Gecenin o saatinde yine de
Yıldırımlar çaksa da penceremde
Ben aşkı seçtim işte
Aydınlatsa da gecelerimi       
                   Kurşunların gölgesinde

Vietnam’da, Bosna’da
Çocuklar ölmese Uganda’da
Onlar da yaşasa şu dünyada
Aşktan yana sevdadan yana
                   Anaların kucağında

Bütün dünyalar duysun
Silahlarımız sevgi olsun
Sararsın, solsun solsun
Nevzadi de bu yolda ölsün
                   Yeter ki güneşler doğsun,
                   Aydınlık yarınlar olsun

Sevişmek ne güzel be
Silahların gölgesinde
Bebeğim ağlasa da beşikte
Ölmek diyorum ne güzel işte
                       Çıldırmasa ecel eşikte

Nasihat ediyorum
Vasiyet ediyorum
Ve hep söylüyorum
Söylüyorum insanlara
                 Gebe kalmayın silahlara

               Bir avuç aydınlıktır benim
                     Karanlıkta kaybolan sevdiğim…

Eşrefoğlu Dergisinden bir konu; "İSLAM’DA GIYBET VE DEDİKODU"- Rafet AYDENİZ

07 Ekim 2011 Cuma, 23:10 tarihinde Seyit Karakaya tarafından eklendi

                         İSLAM’DA GIYBET VE DEDİKODU
                                                                                                          Rafet AYDENİZ

İslam Dininde gıybet ve dedikodu haramdır. Bu hususta Peygamber Efendimizin hadisi şerifleri ve Kur’an-ı Kerim’de ayetler vardır. Peygamber Efendimiz bir grup sahabe ile otururken orada bulunan sahabelerden birisi kalkıp gitmiştir. Kalkıp giden sahabenin arkasından orada bulunan bir sahabe onun aleyhinde konuşmuştur. Peygamber Efendimizde o şahısa “ağzını temizle” buyurmuştur. O zatta “Ey Allah’ın Resulü bir şey yemedim ki ağzımı temizleyeyim” deyince Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) “yemez olur musun, biraz önce kalkıp giden kardeşinin etini yedin” demişlerdir ve kendisine sahabelerden birisi “söylediğimiz şeyler o kardeşimizde mevcutsa da mı demeyeceğiz” deyince “tabi demeyeceksiniz, zaten söylediğiniz kusurlar onda mevcutsa bu gıybete girer yok mevcut değilse bu bir iftiradır” buyurmuşlardır.
Cenabı Allah Kur’an-ı Kerim’de gıybet ve dedikoduyu iki yüz ayet ve “Hümeze Suresi” adıyla başlı başına bir sure ile yasaklamıştır. Bu ayetlerden örnek verecek olur isek;
“Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez (Nisa Suresi 148. Ayet)”,
“(İnsanları) dilleri ile çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline (Hümeze Suresi 1. Ayet)”,
 “Ey insanlar, zandan çok sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın: biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinizin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir (Hucurat Suresi 12. Ayet)”,
Biz insanlar ibresi nur ile kir arasında gidip gelen varlıklarız.
İnsan çatallı bir varlıktır. İyiyi gördü mü kötüye, güzeli gördü mü çirkine, hayrı gördü mü şerre meylederiz. Büyük Türk İslam mütefekkir ve mutasavvıfı Mevlana Celaleddin-i Rumi, “Hayvan hayvanlığı ile melek melekliği ile kurtulmuştur. İnsanoğlu ise bu ikisinin arasında yalpalayıp durmaktadır” der. Bu doğrudur. Çünkü biz üzerimizde hem meleklik hasleti hem de hayvani duygular taşıyan varlıklarız. Alçalmaya başladığımız zaman şeytana oh dedirtir, yükselmeye başladığımız zaman da meleklere gıpta ettiririz.
İslam’ın dünya çapında yetiştirmiş olduğu Hindistanlı büyük İslam Bilgini Muhammed Hamidullah “İslam Peygamberi” adlı günümüzde hala aşılamamış olan ünlü eserinde bu konuyu şöyle anlatmaktadır. “Dünyaya dirsek dönüp sırt çeviren Allah Dostu abidler, zahitler, büyük sufi ve Allah Dostu veliler vardır. Ben bunlara şahsen saygı duyarım fakat idealimdeki insan tipi bunlar değildir. Cenabı Allah, meleği yaratırken ona kötülük yapma melekesi vermemiş, şeytanı yaratırken de ona da iyilik yapma melekesi vermemiştir. Melek istese de kötülük yapamaz, şeytan istese de iyilik yapamaz. Çünkü meleğin yaratılışı iyilik üzerine, şeytanın yaratılışı da kötülük üzerinedir. İnsan mı? O ne bir melek, ne de bir şeytandır. O bir insandır ve öyle kalmalıdır. Elbette ki insan, yanılacak, hata edecek, kusurda bulunacak ve günah işleyecektir. Bütün bunları yaptıktan sonra bu yaptıklarından pişmanlık duyarak Allah’a yönelip ona iltica ederek Cenabı Allah’tan bağışlanmasını ve günahlarının affedilmesini isteyecektir. İşte benim idealimdeki insan tipi budur.”
Hz. Muhammed (s.a.v.) bir gün sahabelerine şunu söylemiştir: “Allah’ın rahmeti olmasaydı ibadetleriniz sizi kurtaramazdı” “Ey Allah’ın Resulü senide mi?” deyince Peygamber Efendimiz “Elbette beni de” diye cevap vermişlerdir.
Biz günlük hayatımızda farkında olalım veya olmayalım pek çok günah işleriz. Ama işlediğimiz bu günahların bir kısmını bizim ıstırabımız ve gözyaşımız silip temizlerken, bir kısmını da Allah’ın sonsuz rahmet ve mağfireti bağışlayıp affedecektir.
Eğer her günah insanı şarap gibi sarhoş etseydi yeryüzünde ayık insan kalmazdı.
Günah işleyen her insanı dinin dışına atacak olur isek yeryüzünde dindar insan bulamazdık.

Esrefoglu Dergisinden bir konu; AHENGİN ŞEHRAYANİ TÜRKÜLER= S. Burhanettin KAPUSUZOĞLU

AHENGİN ŞEHRAYANİ TÜRKÜLER

“ Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden”
                                                                               Yahya Kemal

Sahih bir imanın dilbestesi olan musikimiz, “ ondan anlamayan bizden bir şey anlamadığı” gümrah  bir aşk çağlayanı olarak, nazlı bir sanat vasfı ile tebarüz etmiş “ ah min el-aşk” mazmununa dair bir şerhtir.
Musikimiz, nefsanî sufilik barınmayan hazine sıfatıyla yayra istikmetlendirilmiş bir “Ferahlandırma”  ameliyesidir ve belli ahkikatleri gzel ses ve makam saltanatıyla ilan etme vasıtasıdır.

Musikimiz, hakim üslübu tasvvufi neşve olmakla birlikte, insanları Hakk’a ve hakikate çekmede birer vasıta olmuştur. Tasavvufun mektepleri olan tekkenin erkanı çertçevesinde bestelenmiş şah eserlerimizde türkü de, şarkı da cümlesi ile tasavvufi bir neşvenin hakimiyetindendir. Aralarında asla kat’a niza yoktur. Bütün mesele doğru okuyabilmektedir.

Musikimiz, gönül kapısı açık deruni aşina uşşakın cemal ile ferahnak olmak ümitleridir.

Musikimiz, kubbelerinde “İstanbul Kıratı” yankılanan camide, tekkede birer “halk akademisi” hüviyetinde olan köy odalarında ve konak selamlıklarında gönül gergefimize atılan ilmeklerdir. Artık bir geçmiş zaman hatırası olsa da…

Musikimiz, gelebnekteki ifadeyle “ilm-i şerif-musikidir” ve tedavi aracı olarak keşfedilen makamlarımızla dillendirilen şarkı, türkü, ilahi, kaside, gazel ve fetih coşkumuz olan mehter gibi unsurlarıyla ahengin saltanatına tabi bir karakterin yansımasıdır.

Musikimizin bir alt başlığı ve “biz” olmak vasfımızın dillerde destan nutku olan türkülerimiz ise, ruh kökümüzün ilham ettiği bir aheng olarak, üslubun hakimiyetinde muhteşem bir maziden tevarüs ettiğimiz nağmelerdeki geleneğin adıdır.
Türkülerimiz, “perişan gönlüğümüzü şen mamur eden ve medh-i yari söyleyen” cemale aşina bir lisandır. “daha mezun vermemiş sevda mektebinin talimidir.” Hamdım, piştim, yandım” fehvasında muhabbet, hasret ve vuslatın, göz yaşı ile sırılsıklam olarak ferahfeza bir iklimde dile gelen içli bir gönül nağmesidir…

Türkülerimiz, hikmet ilmine nail olanşiirin, letafetle, zerafetle ve efsunkar nağmelerle buluşmasıdır.
Türkülerimiz, “mukaddes yükün hamalı” kutsal gönüllü erlerin terennümüdür. Bu terennümde fani olana değil, Baki olana sevdalı gönüllerde ferman yazdıran bir muhabbet vardır!..

Türkülerimiz, gönül gergefimizde işlenmiş bir ruh asaletinin tablosudur. Söz ve ses mimarlarımızın himmet eseri olarak uşşakın aşkının tercümanıdır. Sineler yakan bir sevdanın dile geldiği nağmelerdir. Beşikten mezara kadar koca bir hayat özetidir.

Türkülerimiz, “ayrılıklardan şikayet eden ney’in  ya da sarı tel’in söylediği sırdır.
Türkülerimiz, muazzam tarihimizi ve cennet-asa coğrafyamızı seslendiren şiiriyet ve makam münasebetinin insaniyetle taçlanmasıdır.
Türkülerimiz,ümit, vuslat, teselli, coşku, yaşama sevincimiz ve ruh asaletimizin yansıyan güzellikleridir, hassasiyetlerimizdir.
Türkülerimiz, yüreğimizde onulmaz yaralar açan ve her biri için ayrı bir ıstırap olan acıların yanık bir yürek nağmesi olarak şahlanmasıdır.
Türkülerimiz, ayrı bir hikayenin, çile ile gergef gergef işlenmiş bir hayatın, öz ama müeddeb ifadeleridir.
Türkülerimiz,. Adına vatan denen aziz ve mübarek nazlı nyarin, uğruna verilen mücadelelerin kanla yazılan destanıdır. Bu kavil üzre, Yemen çöllerine, Kafkas ellerine, Çanakkale’ye, Sina’ya, Filistin’e, Dumlupınar’a, hasılı “vatan kalbinin attığı her yere” gidipte dönmeyen yiğitlere; gözü yaşlı, ak pürçekli anaların ve yol gözleyen taze gelinlerin “acıyı bal eyleyip” söylediği ağıtlardır
Türkülerimiz, Uluğ Türkistan’dan aziz Türkiye’mize kadar uzun ve ince bir yolda, istikamet üzre ilerleyen Türkmenlerin serencamıdır.
Türkülerimiz, milli tarihimize ait bir destandır ve asırların meyvesi ile tecrübedir. Kolay bulunmamıştır, kolay bulunmadığı için de örselenmemelidir, itina gösterilmelidir ve geleneğin huzur ikliminde hassas davranmalıdır.

İşte bunun için, milli kültüre bir suikast olacak noktalara varan yozluğa karşı, türkülerin has duruşunu bozmadan, geleneğe hürmette kusur etmeden, yarınlara aktarılmasını teminde, gayreti, ciddiyeti, sadakat ve samimiyeti meslek etmelidir… Daima…

Eşrefoglu Dergisinden Bir Konu;Bir sevda yaşıyorum-AMBER- ( Ayşe Hoca)

Eşrefoglu Dergisinden Bir Konu;Bir sevda yaşıyorum-AMBER- ( Ayşe Hoca)

08 Ekim 2011 Cumartesi, 12:43 tarihinde Seyit Karakaya tarafından eklendi
 
Bir yolda yürüyorum,
Sonunun nokta nokta bittiği
Bir sevda yaşıyorum.
Tüm gücümle;
Ne kadar ulaşmak istesem de,
Yar diye yoluna öldüğüme;
Usumun  korka korka yittiği,


Bir sevda düşlüyorum,
Deryada damla damla kaybolan.
Eriyip köz içinde,
Çınga çınga alaza meydan okuyan,
      Bir sevda.

Çiğ tanesi yaprakta
Açılmış, meydan okumuş,
Başkaldırmış, buzdan beyaz toprakta
Bembeyaz bir kardelen gibi
       Bir sevda
Ki…
Göğe çıkmış bir zerre,
Yere yağan bir zümre,
Zemheriye dur diyen;
Sımsıcacık bir cemre.
İlkbaharda açılmış,
Mavi, narçiçeği rengi,
Eflatun tonlarıyla;
Dalıp deli düşüne,
Kendini teslim eden güne,
Canı küçük, sevdası büyük.
Ben de varım diye koşan
Hep oya oya coşan,
Mini-mini mine gibi
    Bir sevda…


Birgün yürüyordum yolumda…
  Daha sayayım mı?

Neler neler vardı…
Kuşlar, çiçekler, yuvalar,
Tüm doğa…
İnsanlar konardı dalıma,
Olmazı olmaz ederdi,
Öleni ölmez.
Döneni dönmez ederdi
 Hani ya ?! Söneni sönmez,


Çaresizlik yoktu bende,
Umarsızlıkların
Bir bir em’i vardı aklımla…


Bir gün yolumda Ağır!
Ayağım ağır, başım ağır.
Yüreğim yüklü, fikrim ağır.
Tüm bunlara çokları sağır.
En güzeli bende; Sabır!
Yorgunluk mu?
 Ama hayır…


Bir gün yürüyordum yolumda…
Göğün yere inişi gibi Ağdın üstüme.

Bahar zamanı gün dönümü,
Kırkikindi sağnağı gibi, yağdın üstüme.


Engel olmadı, ne us ne sabır.
Susuz toprağa suyun değmesi gibi
Arsızca çatladı yürek.

İşte başladı bende bir deli,
Engelsiz duygu seli.
Akılla yürek elele verdi.
     BU BİR İSYAN!!

Yıllar süren suskunluğa,
Bunun adı sevda dedi.

Damla gibi, çınga gibi,
Çiğ gibi, çığ gibi
Kardelen, mine gibi,
Zerre gibi, cemre gibi.
Zümre gibi, Derya gibi
      Bir Sevda
                                              AMBER ( Ayşe Hoca)
En içten sevgilerimle

25 Ağustos 2011 Perşembe

21. Yüzyıla Yakışan Dergi; Eşrefoğlu Sosyo-Politik Kültür Dergisi

Eşrefoğlu Dergisi Olarak Ramazan Bayramınızı Kutlar;
Eşrefoğlu Sosyo-Politik Kültür Dergisi, Milletini sevmesi Diline, İnancına, Kültürüne-Örf ve Adetlerine bağlılığıyla tüm toplumu kucaklayan sosyal,ekonomik,kültürel,edebi ve güncel meseleleri farklı bir bakış açısıyla ele alan titiz araştırmalar sonucu kaleme alınmış yenilikçi ;
 İlkeli, güvenilir, dürüst, iletişim ahlakına saygılı, her türlü fikre ve eleştiriye açık kaliteli bir kadro ile,  
Vizyonu ve misyonu; sosyal sorumlulukla ilgili bilinç yaratmak-maksadıyla hayata geçirilen 21. y.y’ a  yakışan tarafsız, objektif, geniş bir kitleye hitap eden kaliteli İdealist kadrolarla Ülkemizin ve bölgemizin sorunlarına tercüman olmak, bölgemizin bir eksiğini kapatma ve bölgemizi tanıtmak adına halkımızın değerleriyle barışık, halkımızın sorunlarını dile getiren bir derginin de olmasını istedik,
Okuyarak, Eleştirerek, yazı yazarak dergimize katkıda bulunanlara da buradan şükranlarımı belirtmek isterim.
Okuyan, Araştıran, düşünen ve konuşan bir toplum olmak adına Tüm İslam Aleminin Ramazan Bayramını Kutlar Hayırlara Vesile olmasını dilerim…
                                                              Eşrefoğlu
21. Yüzyıla Yakışan Dergi



15 Ağustos 2011 Pazartesi

Bazı Cahil İnsanlarımız yüzünden Müslüman Türk soydaşlarımız katledilmeye mahkumdurr.


Bölgenin demografik yapısını alt üst eden bu iki şeytan, ( Barzani-Talabani) Kerkük’ün, Kürt yurdu olduğunu
söylemekte ve sözde yönetimlerine katabilmek için referandum gündeme getirmişlerdir. Bölgede kurmak istedikleri sözde Kürdistan’a Kerkük-Musul-Suriye, İran ve Türkiye sınırlarını da dahil etme hayalleri kuran, ama kendi başlarına kaldıklarında iki davarı güdemeyecek bu çapulcular, Amerika’nın desteğine güvenerek Türk Devletine efelenmeye(!) bile kalkışmışlardır.

Türkiye, burnunun dibinde kurulmak istenen bir Kürdistan’a ve o coğrafyada ki soydaşlarımıza  uygulanan baskıya kayıtsız kalamaz, kalmamalıdır.
 Kerkük ve çevresi Selçuklular döneminden beri Türk’ün vatanı olmuştur. 1000 yıllık bir Türk yurdudur. Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alan Musul ve Kerkük bölgesi, Zengin petrol yataklarına sahip olmak isteyen İngiltere’nin türlü entrikalarına ile anayurttan koparılmıştır. Anayurttan koptuktan beridir her türlü baskıya, zulme ve soykırıma maruz kalmaktadır.

Gazi Mustafa Kemal Zamanın da “Musul ve Kerkük Türkiye’nin birer parçasıdır.” “İl”idir demiş ve “bir gün Musul ile Kerkük’ü tekrar Misak-ı Milli sınırlarımız içerisine katacaklarını” izah etse de ömrü yetmemiştir.

Baas rejiminin, Türkmen bölgesinin demoğrafik yapısını değiştirmeye başlamasıyla birlikte bu mübarek topraklardan feryatlar yükselmiş, oluk oluk kan akıtılmış ve sürgünler başlamıştır.  Bölgeyi Araplaştırmak isteyen dönemin Saddamı, Altın Köprü’de ve daha bir çok yerde Müslüman Türk soydaşlarımızı katletmiştir.

Biz bunlara sessiz kalmışızdır. Şimdi çapulculara bir fırsat daha verildiğinde neler olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz ???

Türk Devlet Felsefesini ve Terbiyesini Kavrayabilmek

M. Kemal ATATÜRK’ün büyük bir devlet adamı oluşu tartışılmaz bir gerçektir. Türkiye’de siyaset adamları eğrisiyle, doğrusuyla, eksiğiyle, fazlasıyla, sevabıyla günahıyla çok tartışılmış ve konuşulmuştur. Siyasiler kendi projeleriyle ( yahut dışarı da hazırlanan projelerle) devleti yönetmek için halkın oyuna talip olurlar. Seçilir yahut seçilmezler.

Devlet adamı olmakla Siyasetçi olmak çok farklıdır. Günümüz siyasetçileri  için her yol mübahken, devlet adamlığı çok farklı bir mahiyettedir.

Devlet adamlığı; devletin çıkarlarını ön planda tutarak, devletin ve milletin refahını gelişmesini sağlayabilmektir. Devlet adamlığı; Türk Devlet Felsefesini ve terbiyesini kavrayabilmektir. Her konuda milli düşünebilmek ve milli hamleler uygulayabilmektir. Halkın içinde olmak halkın derdine ortak olabilmektir.

12 Ağustos 2011 Cuma

Konya Beyşehir ilçesindeki Siyasi Başarısızlık sebepleri


Konya ve Beyşehir ilçesindeki Başarısızlık sebepleri

06 Temmuz 2011 Çarşamba, 18:31 tarihinde Seyit Karakaya tarafından eklendi
Başarısızlık Sebepleri

                                                               

12 Haziran seçim sonuçları Beyşehir kendisine bağlı 38 köyü- 18 kasabası ve merkez ilçemizde partilerin aldığı oy sayısı ve yüzde üzerinden değerlendirilmesi yapıldığında görünen O ki alınan sonuçlar Ak parti dışındaki partileri Mhp, Chp ve Diğer partileri memnun etmemiştir. Ak parti’de 9 yıldır sürdürdüğü tek başına iktidarları dönemlerinde eksiltmeden artırarak Türkiye de olduğu gibi Beyşehir’de de en çok oyu almıştır. Ancak bu Beyşehir’e Konya ya çok hizmet verdiği veya İl ve Beyşehir ilçe Başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin çok hizmet verdiği, çok çalıştığı, çok başarılı olduğunu göstermez.

Ak Parti’nin Beyşehir de  aldığı Türkiye ortalamasının da üstünde olan % 68’e varan oy oranı, Mhp ve Chp ilçe örgütlerinin çalışmadığının muhalefet görevlerini Beyşehir de istenilen ve olması gereken düzeyde yapamadığının açık ve alenen bir göstergesi olarak değerlendirilmeli.

Bu sebepledir ki; her iki Partide Beyşehir de köy temsilcilikleri—Belde Teşkilatları— İlçe merkezinde mahalle çalışmaları—gençlik ve kadın kolları örgütlenmelerini, Sivil Toplum kuruluşlarımızla ilgili önemli saydığımız birçok çalışmalarını örgütsel yapılarını ivedilikle yerel seçimler öncesinde gözden geçirilmeliler.

Başarısız olanlar kendiliklerinden görevi bırakmalı, sevilen bilgi birikimi olan donanımlı kadrolar oluşturulmalı bu hususta da tabanın sesine Her Parti”  kulak vermeli.

Yukarıda anlatmak istediğim ;
Tamamen kendime ait olan, başta kendime ve Ülkeme olan ve sevgilerimden dolayıdır.

Teşkilatın işler hâle gelmesi; O teşkilatın yönetim kademesinin görev ve makamlarının farkındalığıyla çaba göstermesiyle mümkün olur.

Teşkilata menfi bir çıkar yahut bir beklenti içinde yaklaşanlarda vazife salahiyeti adamlık liyakati aramak yahut beklemek nafile bir çaba olacaktır.

Dalkavuk, bilgisiz, menfaatçi ve tecrübesizlere görev vermek “ kediye ciğer emanet etmeye” benzer.

Mukaddes mekânların bekçiliğini yapacak olan belli kriterlere haiz olmak zorundadır. İdealizm, aksiyon, liderlik, dürüstlük, bilgili.. gb.
                            

Bu yapıda olmayanlarla bir arpa boyu yol katedilemez. Böyle bilgisiz, böyle menfaatçi şahsiyetler başarıya giden yolda her zaman önüne köstektir. Her köstek ayıtlanmalı,
Aksi takdir de bu keneler başarıya aç kişinin kanını emmeye ve ilerleyişini sekteye uğratır.


Partimin kurulduğu ilk günden bugüne kadar geçen zaman içerisinde Partime en iyi niyetle sahip çıkan en tepe ( Genel Başkan) noktasından en alttaki, ilk gireninden en son girenine, bütün üyelerine kadar, herkesi çok seviyor ve saygı duyuyo...rum. Yegâne gayem Partimizin, Yurdunu seven, Ordusunu seven, Milleti seven, Bayrağını seven ve bütün Milliyetçilerin alnı ak, yüzü pak, baş dik olarak hak ettikleri konuma kavuşmalarıdır.
Saygılarımla …

9 Ağustos 2011 Salı

GÜNAH KEÇİSİ = ERGENEKON

GÜNAH KEÇİSİ = ERGENEKON

Ümraniye soruşturması olarak başlayan, daha sonra Ergenekon soruşturması adını alarak 2007 senesinde başlayan, gündemden inmeyen olayın mahkeme süreci devam etmektedir…

Asırlarca Acun’da at koşturmuş, tarih yazmış Yüce Türk Milletinin yeniden dirilişidir, Ergenekon…
Atalardan bize, bizden de gelecek nesillere aktarılan/aktarılması gereken bir Türk destanıdır. Ergenekon…

Ancak ne acıdır ki ismi kanunsuz işlere karışan bir yapılanmaya karşı yürütülen Operasyona bu isim konmuştur. Operasyona bu ismi kim koyduysa, hangi amaçla koymuş NE olursa olsun bu büyük bir talihsizliktir. Türklüğün önemli bir destanını bu şekilde karanlık işlerle itham etmek ve sıfatlandırmak özellikle çocuklarımızın ve genç beyinlerin gözünde olumsuz bir imaj yaratmaktadır.

Bu ,ise milli kültür ve ruhun geşiminin önüne büyük bir engel koymaktadır. Bu yanlışlığın düzeltilmesi büyük bir vicdan ve tarih sorumluluğudur.

Diğer bir konu ise;  malum çevre ve basın kuruluşlarının meydana gelen her olayda “Ergenekon bağlatısı” araması garabetidir. Bu yapılanmanın ne derece suçlu olduğuna yüce mahkeme karar verecektir. Ancak, her olayın bu oluşumla  ilişkilendirilmesi, her olayın arkasında bu oluşumun ismi aranması traji-komik bir durumu resmetmekdedir.
Suçlu olarak görülen “Ergenekon “ birilerinde suçlarının gizlenmesi ve kapatılması için büyük bir fırsat olarak görülmektedir.
Bundan böyle Türkiye’de faili meçhul olan ya da açığa çıkma riski olan hiçbir olay kalmayacaktır. Çünkü (Manifile )“Ergenekon yapılanması tüm suçların sahibidir (!)” 

Hukuki ilkeler ve hukuki ahlaka göre suçu kanıtlanmamış herkes suçu kanıtlayıncaya kadar suçlu değildir.

Ergenekon süreci devam ederken, yandaş medya olarak bilinen; Sabah,Zaman,Yeni Şafak, Vakit vs. gibi gazeteler STV, ATV, Kanal 7 gibi Televizyon kanallar yargılama süreci sona ermeden, Operasyon kapsamında ki herkesi “Suçlu” ilan ederek ve içlerinde askeri erkanın da bulunduğu bazı isimler tarafından Ülkenin bel kemiği olan Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak, karalamak ve Ordu ile halkı birbirine düşürme kampanların da başarılı oldular. Sıra geldi özgür düşünen basına aynı şekil Bolyoz ve Ergenekon dan onları da suçlarını ne olduğunu bilemeden tutukladılar.=İnfazsız Yargı(! ) Öyle ki herhangi birisinin düşüp burnu kanasa bile bu işin “Ergenekon”un yaptırdığı ilan edilecek.

Hele hele TSK’yı yıpratmak için Ergenekon ve Balyoz üzerinden  saldırıya geçilmesi asla kabul edilemez.

Olan ise Türk’ün yeniden doğuşunun, baharın gelişinin müjdecisi olan Ergenekon Destanımıza olacaktır!..

TÜRKİYE TÜRK DÜNYASINI KUCAKLAMALIMIDIR?

EVET
Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan 1991 yılında bağımsızlığına kavuşmuş Türk Devletleridir.

O yıllarda bu devletleri tanımak, bir- iki formalite gezi yapmak, kâğıt üzerinde birkaç anlaşma dışında pek gelişme kaydedilmemiştir.
Halbukî: Türk Cumhuriyetleriyle olan soy, kültür ve tarih mirasımız gereği ilişkilerimizin genişlemesi, iş birliğimizin artması gerekmektedir. Türk Dünyası birlik olmaya mecburdur. Çünkü geniş bir Coğrafyada yaşayan Büyük Türk Milleti, Coğrafyaları ve yer altı kaynakları bakımından küresel güçlerinin ilgisini çekmektedir.
Azerbaycan’daki petrol, Türkmenistan’daki doğalgaz ve diğer Türk Devletlerindeki diğer kaynaklar , Müslüman- Türk aleminin düşmanlarının iştahını kabartmakta dır. Arapların Arap Birliği, Avrupalıların Avrupa Birliği ve çalışmaları varsa, Türk Birliğinden söz etmek hayalcilik olmayacaktır. Turan Coğrafyası askeri ve iktisadî bakımdan kuvvetli bir hale gelmiştir.Bunun için, bu günün pekişmesi için bir Türk Birliği şarttır.

Bunun için Sosyal, Kültürel çalışmalar artmalı, eğitim ortak bir hal almalı, milli kültür ve şuur sağlamlaştırılmalı ve zihin birliği sağlandıktan sonra siyasi adımlar atılmalıdır.

Bu birlik hem Türk Coğrafyasının güçlülüğünü kanıtlayacak hem de ekonomik mânâda rahatlama sağlayacaktır.

Böylelikle Türk Budunu eski şanına tekrar kavuşturacak ve uluslar arası arenada söz sahibi olacak, esir Türklerin bağımsızlığını sağlayabilecektir.

TÜRK, İSTERSE BU BİR HAYAL DEĞİLDİR!..

Doğu Türkmenistan… Güzel yurt, ana yurt, ata yurt, garip yurt, esir yurt…

DOĞU TÜRKİSTAN'A ÖZRGÜRLÜK
Doğu Türkistan, Çin esareti altında yaşayan soydaşlarımızın yurdudur. Ne acıdır ki, soydaşlarımız kendi yurtlarında zulüm görmekte, özgürlükleri kısıtlanmakta ve hatta potansiyel terörist suçlamasına maruz kalmaktadır.  Kızıl Çin, nükleer denemelerini bu topraklar üzerinde yapmakta, Türk nüfusun artmasını mecburi kürtaj gibi iğrenç yöntemlerle engellemek istenmektedir.

Türklerin toplantı yapmalarını,  dernek kurmalarını, her türlü sosyal haklarını yasaklayıp, milli şuur ve kültürü baltalamaya, kimlikleri değiştirmeye yani asimilasyon yapmaya devam eden Çin, dünyadan gelen tepkilere kulak tıkamaktadır. Türkler suçsuz yerlere hapislere atılmakta, ağır işlerde kullanılmakta ve idam  cezalarına suçsuz yere düçar bırakılmaktadır. Potansiyel terörist olarak görülen Doğu Türkistanlılar, her türlü baskıyı, adaletsizliği, haksızlığı, işkence ve ölümü yaşamaktadırlar.
Maonun cellatları soydaşlarımızı kesmekte ve idam etmekte bu idamları dünya ya meşru olarak aktarmaya çalışmaktadır.

Başta Türkiye olmak üzere, adaletten, eşitlikten ve insan haklarından bahseden tüm unsurlar, Çin’i bu konuda protesto etmeli, Doğu Türkistan’a yardım eli uzatmalı ve Çin’e bazı yaptırımlar uygulamalıdır. Yoksa ne kadar adil, insan haklarına  saygılı oldukları(!) açığa çıkacaktır.

Osman Batur’un torunları özgürlük ateşini yeniden yakmalıdır. Gönlü Türklük aşkıyla çarpan İman eden herkes iyi bilmektedir ki “Zulüm Asla Payidar olmaz.”

YÜCE DİNİMİZ İSLAM'DA & TÜRK TÖRESİNDE KADIN

YÜCE DİNİMİZ İSLAM…
İnanmak ihtiyacı insanla birlikte doğar. Herkes alemi, kainatı, çevresini, kendisini ve bu mefhumların meydana çıkış serüvenini merak eder, sorgular. Milletimizde bu konuda çocuklarına bazen kıssa, bazen hadis, bazen ayet, bazen örnek vermek suretiyle dini kavramları anlatır.

Bu başlangıç safhası, beyinde ve vicdanda büyük bir yer edinir. Ama gençlerimiz-çocuklarımız bunu çoğu kez yeterli görerek aramak/bulmak ikileminden uzak dururlar. Bu ise ilerde sorunlara neden olabilmektedir. Maneviyatbir umman… burada sorulması gereken bu ummanda bir kum tanesi kadar tasvir edilebilecek, bilgiye sahip olmak yeterli mi?
Bilgi büyük kuvvettir. İnanç ise en büyük…
Bu kuvvetlerin değerlendirilememesi insan için büyük bir zaafiyet olsa gerek… Zaafların bilinmesi ve giderilmesi ise erdemdir…

Yüce Rabbimizin bize bahsettiği özelliklerden belki en kıymetli ve ayırt adici olanı akıldır. Bu aklı kullanarak, çevreyi inceleyerek sadece beden bile incelenerek bir yaratıcının ve bir düzenin olduğu sonucuna ulaşılabilir. Kuran’ın emirleri, düzenlemeleri insan yaşamının anlam kazanmasına ve kolaylaşmasına zemin hazırladığı âşikârdır. Mantıkla ters düşen, akılla bağdaşmayan en küçük bir unsur dinimizde bulunamaz.

Sevgi, adalet, hoşgörü kavramları dinimizde anlamlanmıştır. Kadının kadın olduğunu hissetmesi, haklarını elde etmesi ve eşitliği İslam’la mümkün olmuştur. Doğruyu yanlışı, haramı helali bilmek gerekliliği de İslam’la olmuştur. Dünya Selçukluyla, Osmanlıyla nizamı, adaleti, sevgiyi görmüştür.
Doğrusunu söylemek gerekirse; bugün medeniyetten dem vuran Avrupa medeniyeti, temizliği öğretende İslam medeniyetidir.
Bu dinin kıymatini bilmek, bu dinin ulviliğini hissetmek, emirlerini yerine getirmek tüm Müslümanların görevidir. Çünkü;
“ Allah katında din İslam’dır”


TÜRK TÖRESİNDE ve İSLAM’DA KADIN
Toplum da en çok sıkıntılı, en çok gündemde olan bir konu kadın… Horlanan, dövülen, aşağılanan… itilen… kakılan… ezilen…
Türk Töresinde, kadın her zaman büyük bir yere ve öneme sahip olmuştur. Bugün uygarlığın, modernliğin ve insan haklarının merkezi olarak gösterilen Avrupa’da, Yunan’da kadınlar köle pazarlarında alınıp-satılırken bizim ırkımızda kurultaylar da kadınlarımız bulunuyordu. Evlilik ve aile mefhumumuz vardı, çok evlilik yoktu. Zina etmek töremizde, İslam’dan önce de suçtu. Kadınlar kutsaldı, erkeğinin yanında ve yardımındaydı.

İslamiyet’in nail olmasıyla birlikte Arap toplumunda insan bile sayılamayan, diğer medeniyetlerde köle olan kadınlarımız hak ettiği yere kavuştu. Kadınların haklarına riayet sağlandı. Öyle ki Peygamberimiz (s.a.v) veda hutbesinde “sizin onların üzerinde hakkınız olduğu kadar, onların da sizin üzerinde hakkı vardır” diyerek kadınların haklarına saygı gösterilmesini emretmiştir. Kadınlar, anamız…bacımız… yarimiz… Bizim için kutsaldır. Türk toplumunda her zaman saygı görmüştür. İslam’da ise “ cennet anaların ayaklarının altındadır” buyrularak konun önemine işaret edilmiştir.
Bu önem ne yazik ki son yıllar da unutulmaya başlamış annelerimize, bacılarımıza, eşlerimize kötü davranmak, gereken özeni anlardan esirgemek alışkanlık halini almıştır.

Bizi dokuz ay karnında taşıyıp, besleyip, büyüten annelerimize, yardımımıza koşan bacılarımıza, evdeşlik eden, bir ömre anlam katan eşlerimize saygımızı, sevgimizi ifade etmeli ve üzerlerimizde büyük hakları olduğunun idrâkinde olmalıyız.
Saygısızlıktan, şiddetten uzak durmalı ve hayati bu şekilde anlamlı kılmalıyız.