27 Nisan 2012 Cuma

EN BÜYÜK MANEVİ VİRÜS: GIYBET/DEDİKODU- Abdullah YALMAN- BEYŞEHİR VAİZİ


Abdullah YALMAN- BEYŞEHİR VAİZİ

EN BÜYÜK MANEVİ VİRÜS: GIYBET/DEDİKODU

Yüce Yaratıcı yaratılmışların en şereflisi olarak yarattığı insanı her türlü afetten korumak için  başı boş bırakmamış ve onu katında gönderdiği bilgilerle donatmış ve koruma altına almıştır. Her türlü manevi saldırıya karşı ona savunma tekniklerini öğretip savunma araçlarını ona vermiştir.
İnsanın maddi bedeni ve vücudu nasıl rahatsızlıklardan ve hastalıklardan korunmaya muhtaçsa şahsiyet-i maneviyesi olan ruhu da manevi hastalıklardan korunmaya muhtaçtır. Nezle grip gibi hastalıklar insan vücudunda zayıflamalara, kırılganlıklara ve dayanıksızlıklara sebep olurken verem, kanser gibi tedavisi zor, zaman zaman imkansız olan hastalıklar da ihmal edildiği zaman insanın helakine ve ölümüne sebep olabilmektedir. Günahlar da bu virüsler gibidir. Bunlardan bazısı basit programlarla temizlenebilirken, bazıları da temizlemek için özel lisanslı programlara ihtiyaç duyarlar.
İnsanın manevi hayatının virüsleri olan günahlar da bu hastalıklar gibidir. Küçük günahlar nezle-grip gibi manevi hayatımızın sarsılıp zarar görerek zayıflamasına sebep olurken büyük günahlar da insan vücudunu harap edip yok olmasına bile sebep olan verem kanser hastalıkları gibidir. Çünkü bu günahlar öncelikle insanın manevi hayatını sonra da toplumun huzurunu sabote eden manevi virüslerdir.
            Toplumun ihtiyaç duyduğu huzurun temeline konulan en tahripkar virüslerden biri de Gıybet ve dedikodudur.
Gıybet; bir insanı gıyabında eleştirmek, çekiştirmek ve hoşlanmayacağı sözler söylemektir. Halk arasında buna "dedi-kodu" da denir. Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, elbisesi, evi, bineği ve benzeri şeyler dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boylu, siyah veya sarı renkte olmak gibi nitelikler hakkında alaylı bir şekilde bahsedilmesi gıybetin tarifine dahil olur. Dolayısıyla gıybet, bir kişinin gıyabında/yokluğunda aleyhine ve hoşuna gitmeyecek şekilde arkasından konuşmaktır. Bu yönüyle gıybet, insanlar arasındaki sevgi ve saygıya vurulan en büyük darbelerden biridir.
Gıybetin sözlüklerdeki bu tarifinin yanında hayatta yaşanan tarifini Hz. Peygamber (sas) yapmıştır: 

                         .قَالُوا اللهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ  أَتَدْرُونَ ماَ ‏ ‏الْغِيبَةِ

قاَلَ ذِكْرُكَ أَخَاكَ بِماَ يَكْرُهُُقِيلَ أَفَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ فِي أَخِي مَا أَقُولُ
قَالَ إِنْ كاَنَ فِيهِ مَا تَقُولُ فَقَدِ ‏ ‏اغْتَبْتَهُ ‏ ‏وَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِيهِ فَقَدْ ‏ ‏بَهَتَّه 
Hz. Peygamber: "Gıybet nedir bilir misiniz?" diye sormuş, sahabe; "Allah ve Resulü daha iyi bilir" cevabını vermişler, bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.);  "Kardeşini onun hoşlanmadığı bir nitelik ile anmandır" diye tarif etmiştir. Kendisine, "Kardeşimde dediğim o özellik/nitelik varsa ne buyurursunuz? denilmesi üzerine, "Eğer dediğin sıfat kardeşinde varsa işte o zaman gıybet olur. Yoksa, ona bühtan ve iftira etmiş olursun" buyurmuştur.”[1]
Bu tarif gıybet/dedikodu ile ilgili akıllarda hiç bir soru bırakmayacak kadar açık ve anlaşılırdır. Hadis-i şerifte her şey açıkça ortaya konmuştur ki gıybet insanın hoşuna gitmeyen ve konuşulup dillendirilmesini istemediği her şeydir.
Kur’an-ı Kerim ilkeler ve kuralla kitabıdır. Yani O her konuda ayrıntılı bilgiler vermez. Ancak özellikle insan ve toplum hayatına çok zarar vereceği açık olan konularda ayrıntıya yer vermektedir. Bu meyanda sahitlik,[2] yalancı şahitlik[3] gibi konularda açık uyarılar yapmış, özellikle bazı had cezalarını açıklamış[4], talak ve miras hukukuyla ilgili de daha ayrıntılı bilgiler vermiştir. Çünkü bu konular insan ve toplum hayatında çok önemli yer tutmaktadır. Aynı şekilde Yüce Yaratıcının toplumsal dokuyu zedeleyen alay etme, küçük görme, zan, kusurları araştırma gibi önemli konuları açık bir dille ele aldığını görüyoruz. Bu konuları içeren Hucurat suresi sosyal mesajları çok olan bir suredir.  Fahr-i Kainat(sas) efendimizin tarif ettiği gıybetin ne kadar kötü olduğunu da Hucurat 12. ayette görüyoruz.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”[5].
Bu ayet-i kerime’de Yüce Allah, kişilik haklarını ihlal eden üç davranıştan sakınılmasını emretmektedir. Bunlar; "kötü zanda bulunmak", "insanların gizli hallerini araştırmak" ve "gıybet etmek”tir.
Bu ayet gıybetin ne kadar kötü bir şey olduğunu gösterir. “Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” kısmı “gıybetin tabi olarak, aklen ve şeran kötülüğünü ve çirkinliğini tasvirdir. Gıybet edilen kimse gıybeti yapıldığı sırada orada bulunmayıp kendini savunamadığından bir ölü gibidir. Hem de aradaki din bağı sebebiyle kardeş olan bir ölü gibidir. Böyle bir durumda yanında olmayan bir kardeşinin şeref ve onuruna saldırmak onun et ve leşini yemekle aynı değerde tutulmuştur.[6]  Ayrıca Yüce Allah’ın gıybeti “ölü kardeşinin etini yemeye” benzetmesi çok dikkat çekicidir ki insan eti yemek hele ölmüş insan etini yemek en ilkel kabilelerin bile yapmadığı bir iştir. Yani gıybet o kadar kötüdür ki Allah onu en iğrenç bir işe benzetmiştir. Gerçekten sonuçları ile birlikte düşünüldüğü zaman gıybet büyük ailevi ve sosyal felaketlere sebep olabilmektedir. Çünkü birçok aile dedikodu ve gıybetler yüzünden parçalanmakta ve bir çok insan yine aslı olan olmayan dedikodularla birbirine girmekte. Gıybetin olduğu yerde mutlaka zan, yalan ve iftira da olur. Çünkü bunlar ikiz kardeşler gibidirler.
Peygamberimizin eşi Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Bir gün Hz. Peygambere;
قُلْتُ لِلنَّبِيِّ ‏ ‏صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ‏ ‏حَسْبُكَ مِنْ ‏ ‏صَفِيَّةَ ‏ ‏كَذاَ وَكَذاَ فَقاَلَ : لَقَدْ قُلْتِ كَلِمَةً لَوْ مُزِجَتْ بِماَءِ الْبَحْرِ لَمَزَجَتْهُ ‏ ‏ ‏
"Ey Allah’ın Elçisi! (Eliyle kısa boylu olduğunu tarif ederek) Şöyle şöyle  olan Safiye   sana yeter  dedim. Bunun üzerine bana,  "Ey Aişe! Öyle bir söz söyledin ki,  eğer o söz denizin suyu ile  karışsa her halde onu ifsat eder, tadını ve kokusunu bozardı" buyurdu.
"Bir gün Hz. Peygambere bir insanı, davranışlarını taklit ederek anlattım." Bunun üzerine Allah'ın Elçisi, “Mukabilinde bana dünyayı verseler bile,  bir insanı hoşlanmayacağı bir şey ile taklit ve tavsif etmeyi katiyen  sevmem” buyurdu.[7]
Bütün bu ayet ve hadisler bize gıybetin ne olduğunu ve nelere mal olabileceğini gösteriyor. Bizim bu manevi illetten/hastalıktan yüzde yüz kurtulmamız nerdeyse imkansız, ancak ondan korunmak için şunları unutmamak gerekiyor:
1-     Kendimize yapılmasını istemediğiz bir şeyi başkasına yapmamaya çalışmalıyız.
2-      İnsanların ayıp, kusur ve günahlarını araştırmanın, anlatmanın bize bu dünyada da ebedi alemde de hiçbir faydasının olmayacağını aklımızdan çıkarmamalıyız.
3-      İnsanların kusurlarını örtmenin bizim günahlarımızın affına bile sebep olabileceğini bilmeliyiz, zira Efendimiz(sas); “Müslümanların gıybetini yapmayınız ve onların ayıplarını araştırmayınız. Onların gizliliklerini araştıranın gizlisini de Allah ortaya çıkarır. Onu evinde bile rezil eder.”[8] “Kim bir Müslüman kardeşinin ayıbını gizlerse, Allah da kıyamet gününde onun ayıp ve kusurlarını gizler” buyurmaktadır.
4-     Yanımızda gıybet yapılmaya başlandığı zaman, öncelikle uygun bir dille yapılanın çok doğru olmadığını anlatabiliriz, eğer hala devam ediliyorsa o zaman o ortamı terk ederek tavrımızı ortaya koyabilmeliyiz. Zira yapılması ve konuşulması helal olmayan şeylerin dinlenilmesi de helal olamaz.
5-  Hz. Peygamber(sas)’in şu hadisini de unutmamalıyız; “Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavim bana gösterildi,  Bu tırnaklarıyla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı. "Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum. "Bunlar, dedi, insanların (gıybetlerini yaparak) etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir.(iffetli kimselere iftira atanlardır)"[9]






[1] Müslim, Birr, 70 (III, 2001); Ebu Davut, Edep, 40 (V, 191-192).
[2] Maide 5/8 vb.
[3] Nisa 4/135
[4] Nur 24/2, 4; Maide5/38 vb
[5] Hucurât, 49/12.
[6] Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 210
[7] Ebu Davut,Edep 40., V, 192-193.
[8] Ebû Davud, Edeb, 42
[9] Ebu Davud, Edeb 40

9 Ocak 2012 Pazartesi

İstemeyerek de olsa nokta koyuyorum.

Beyhude geçen 27 yıl içerisin de

"Terörü Kardeşlik Ateşinde Yakmak" adlı Teröre Son Vermek İçin Hazırlanan Konferans


Anlamlandıramadığım Duygularım… 

Ömrüm boyunca kalabalıklar içinde yalnızlık çektim. Herkes gibi davranmayı, herkesin yaptığını yapmayı, velhasıl herkes gibi olmayı hiçbir zaman sevmedim

Çünkü idealist bir açım var… Ulaşılması güç gayelere sevdalıyım. Hiçbir zaman mozaik bir görüşüm ve mozaik bir inancım olmadı. Türklük bedenim, İslam ruhum prensibiyle hayatı okumaya ve anlamaya çalıştım.

Ve hep garipsendim, hor görüldüm, yaftalandım. Her yaptığım olay oldu. İyilik yapsam, garipsendim. Derler ya “adın çıkmış dokuza, inmez sekize”…

 Birilerinin hayal bile edemeyeceği, hayal edip de gerçekleştiremeyeceği gayeleri gerçekleştirmeye çalıştım ve azimle yola çıktıklarımı başardım… Büyük, engin, ve asil ideallerin, soylu düşlerin savunucusu oldum.. Bu hareketlerim birilerine veya her hangi bir kitle yaranmak adına yapmadım. Yalnızca geniş bir kitle tüm insanoğullarına bir faydam olsun istedim. “Yaşıyorsam bir sebebi olmalı” diye düşündüm. Geleceğin nesillerine örnek olmak istedim.

 İnsanoğlu istedikten sonra başaramayacağı bir şey olmadığının ispatı olmak istedim, örnek teşkil eden bir hareketti yaptığım.  İnsanoğullarının gerçeklerle yüz yüze yaşamasını gaye edindim.

Hep garipsendim, hep hor görüldüm, hep yaftalandım… Yaşamış olduğum yurdun, inandığım ölçülerde propagandasını yaptım. Hem inancım için hem yaşadığım, inandığım için… Ben  Yüce Türk Milletinin vatanlaştırdığı bu coğrafyada atalardan gelen her şeyi aldım, her şeyi kabul ettim.  Büyük bir mirası, diliyle, diniyle, kültürüyle iyisiyle-kötüsüyle her şeyi kucakladım. İnancım doğrultusunda propaganda yapmamın nihayetinde; hep yaftalandım.içimizde ekmek yiyen ama bu vatana aidiyet hissetmeyenler tarafından!..

Emeğimin karşılığını, ne yaptığımı bilmeyenlerden alamayacağımı bile bile bi nebze faydam bulunsun niyetiyle verdim. Onlara göre benim emeğimin hiçbir kıymeti yoktur.

Gün geldi ötekileştirildim… İftiralara, adi ithamlara, karamalara düçar kaldım. Şahsıma sıfat takan ama ne uğraşlar içerisinde neler başardığımı, ne zorluklar yaşadığımdan bihaber olan zâtı muhteremler tarafından!..

Adımı neye çıkarırlarsa çıkarsınlar, hangi sıfatla anılırsam anılayım, ben hep buradayım.  Yerimden ve duruşumdan fevkalâde memnunum. Beni anlamayanlar bu ülkede bizi “Biz” yapan değerlerden nasipsiz kalanlardır.

SİZ SAKIN EMEĞİNİZİ (ESERİNİZİ) BİLMEYENLERE SUNMAYIN ve  ASLA BİLMEYENLERLE TARTIŞMAYINIZ!..

Hayatı anlamlandırarak yaşamak; adam gibi yaşamaktır!..

Kendimi bildim bileli doğru olduğuna inandığım idealler uğruna yanlış olan her hareketin karşısında biranbile tereddüt etmeden doğruyu savunmaya çalıştım. Tek amacım kendini düzeltki toplum düzelsin felsefesiyle kendim ve çevremde gördüğüm yanlışlıklarla mücadele ettim.

Tek gayem insanoğullarının ve yaşadığım şehrin kalkınması olmuştur. Bu düşüncelerle kendi çabalarımla Eşrefoğlu Dergisini kurdum.

Körükürüne bağlandığım bir düşünce olmamasına rağmen bu çabamı insanların  siyasi bir düşünceye hizmet ettiğim yönünde yorumlamaları ve bu fısıltıların kulağıma gelmesinden ötürü hayal kırıklığına uğradığımı belirtmek isterim.

Beyhude geçen 27 yıl içerisin de anlamlı gördüğüm ve gururla bahsettiğim dava mücadeleme camia içerisinde yüzlerine tükürülesi rantcı insanların bulunması nedeniyle istemeyerek de olsa nokta koyuyorum.