YÜCE DİNİMİZ İSLAM…
İnanmak ihtiyacı insanla birlikte doğar. Herkes alemi, kainatı, çevresini, kendisini ve bu mefhumların meydana çıkış serüvenini merak eder, sorgular. Milletimizde bu konuda çocuklarına bazen kıssa, bazen hadis, bazen ayet, bazen örnek vermek suretiyle dini kavramları anlatır.
Bu başlangıç safhası, beyinde ve vicdanda büyük bir yer edinir. Ama gençlerimiz-çocuklarımız bunu çoğu kez yeterli görerek aramak/bulmak ikileminden uzak dururlar. Bu ise ilerde sorunlara neden olabilmektedir. Maneviyatbir umman… burada sorulması gereken bu ummanda bir kum tanesi kadar tasvir edilebilecek, bilgiye sahip olmak yeterli mi?
Bilgi büyük kuvvettir. İnanç ise en büyük…
Bu kuvvetlerin değerlendirilememesi insan için büyük bir zaafiyet olsa gerek… Zaafların bilinmesi ve giderilmesi ise erdemdir…
Yüce Rabbimizin bize bahsettiği özelliklerden belki en kıymetli ve ayırt adici olanı akıldır. Bu aklı kullanarak, çevreyi inceleyerek sadece beden bile incelenerek bir yaratıcının ve bir düzenin olduğu sonucuna ulaşılabilir. Kuran’ın emirleri, düzenlemeleri insan yaşamının anlam kazanmasına ve kolaylaşmasına zemin hazırladığı âşikârdır. Mantıkla ters düşen, akılla bağdaşmayan en küçük bir unsur dinimizde bulunamaz.
Sevgi, adalet, hoşgörü kavramları dinimizde anlamlanmıştır. Kadının kadın olduğunu hissetmesi, haklarını elde etmesi ve eşitliği İslam’la mümkün olmuştur. Doğruyu yanlışı, haramı helali bilmek gerekliliği de İslam’la olmuştur. Dünya Selçukluyla, Osmanlıyla nizamı, adaleti, sevgiyi görmüştür.
Doğrusunu söylemek gerekirse; bugün medeniyetten dem vuran Avrupa medeniyeti, temizliği öğretende İslam medeniyetidir.
Bu dinin kıymatini bilmek, bu dinin ulviliğini hissetmek, emirlerini yerine getirmek tüm Müslümanların görevidir. Çünkü;
“ Allah katında din İslam’dır”
TÜRK TÖRESİNDE ve İSLAM’DA KADIN
Toplum da en çok sıkıntılı, en çok gündemde olan bir konu kadın… Horlanan, dövülen, aşağılanan… itilen… kakılan… ezilen…
Türk Töresinde, kadın her zaman büyük bir yere ve öneme sahip olmuştur. Bugün uygarlığın, modernliğin ve insan haklarının merkezi olarak gösterilen Avrupa’da, Yunan’da kadınlar köle pazarlarında alınıp-satılırken bizim ırkımızda kurultaylar da kadınlarımız bulunuyordu. Evlilik ve aile mefhumumuz vardı, çok evlilik yoktu. Zina etmek töremizde, İslam’dan önce de suçtu. Kadınlar kutsaldı, erkeğinin yanında ve yardımındaydı.
İslamiyet’in nail olmasıyla birlikte Arap toplumunda insan bile sayılamayan, diğer medeniyetlerde köle olan kadınlarımız hak ettiği yere kavuştu. Kadınların haklarına riayet sağlandı. Öyle ki Peygamberimiz (s.a.v) veda hutbesinde “sizin onların üzerinde hakkınız olduğu kadar, onların da sizin üzerinde hakkı vardır” diyerek kadınların haklarına saygı gösterilmesini emretmiştir. Kadınlar, anamız…bacımız… yarimiz… Bizim için kutsaldır. Türk toplumunda her zaman saygı görmüştür. İslam’da ise “ cennet anaların ayaklarının altındadır” buyrularak konun önemine işaret edilmiştir.
Bu önem ne yazik ki son yıllar da unutulmaya başlamış annelerimize, bacılarımıza, eşlerimize kötü davranmak, gereken özeni anlardan esirgemek alışkanlık halini almıştır.
Bizi dokuz ay karnında taşıyıp, besleyip, büyüten annelerimize, yardımımıza koşan bacılarımıza, evdeşlik eden, bir ömre anlam katan eşlerimize saygımızı, sevgimizi ifade etmeli ve üzerlerimizde büyük hakları olduğunun idrâkinde olmalıyız.
Saygısızlıktan, şiddetten uzak durmalı ve hayati bu şekilde anlamlı kılmalıyız.