Abdullah
YALMAN- BEYŞEHİR VAİZİ
EN BÜYÜK
MANEVİ VİRÜS: GIYBET/DEDİKODU
Yüce Yaratıcı yaratılmışların
en şereflisi olarak yarattığı insanı her türlü afetten korumak için başı boş bırakmamış ve onu katında gönderdiği
bilgilerle donatmış ve koruma altına almıştır. Her türlü manevi saldırıya karşı
ona savunma tekniklerini öğretip savunma araçlarını ona vermiştir.
İnsanın maddi
bedeni ve vücudu nasıl rahatsızlıklardan ve hastalıklardan korunmaya muhtaçsa
şahsiyet-i maneviyesi olan ruhu da manevi hastalıklardan korunmaya muhtaçtır.
Nezle grip gibi hastalıklar insan vücudunda zayıflamalara, kırılganlıklara ve
dayanıksızlıklara sebep olurken verem, kanser gibi tedavisi zor, zaman zaman
imkansız olan hastalıklar da ihmal edildiği zaman insanın helakine ve ölümüne sebep
olabilmektedir. Günahlar da bu virüsler gibidir. Bunlardan bazısı basit
programlarla temizlenebilirken, bazıları da temizlemek için özel lisanslı
programlara ihtiyaç duyarlar.
İnsanın manevi
hayatının virüsleri olan günahlar da bu hastalıklar gibidir. Küçük günahlar
nezle-grip gibi manevi hayatımızın sarsılıp zarar görerek zayıflamasına sebep
olurken büyük günahlar da insan vücudunu harap edip yok olmasına bile sebep
olan verem kanser hastalıkları gibidir. Çünkü bu günahlar öncelikle insanın
manevi hayatını sonra da toplumun huzurunu sabote eden manevi virüslerdir.
Toplumun
ihtiyaç duyduğu huzurun temeline konulan en tahripkar virüslerden biri de
Gıybet ve dedikodudur.
Gıybet; bir insanı gıyabında
eleştirmek, çekiştirmek ve hoşlanmayacağı sözler söylemektir. Halk arasında
buna "dedi-kodu" da denir. Kişinin bedeni, nesebi,
ahlâkı, işi, dini, elbisesi, evi, bineği ve benzeri şeyler dedikodu konusu
olabilir. Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boylu, siyah veya
sarı renkte olmak gibi nitelikler hakkında alaylı bir şekilde bahsedilmesi
gıybetin tarifine dahil olur. Dolayısıyla gıybet, bir kişinin
gıyabında/yokluğunda aleyhine ve hoşuna gitmeyecek şekilde arkasından
konuşmaktır. Bu yönüyle gıybet, insanlar arasındaki sevgi ve saygıya vurulan en
büyük darbelerden biridir.
Gıybetin
sözlüklerdeki bu tarifinin yanında hayatta yaşanan tarifini Hz. Peygamber (sas)
yapmıştır:
.قَالُوا اللهُ وَرَسُولُهُ
أَعْلَمُ أَتَدْرُونَ ماَ الْغِيبَةِ
قاَلَ ذِكْرُكَ أَخَاكَ بِماَ يَكْرُهُُقِيلَ أَفَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ فِي
أَخِي مَا أَقُولُ
قَالَ إِنْ كاَنَ فِيهِ مَا تَقُولُ فَقَدِ اغْتَبْتَهُ وَإِنْ لَمْ يَكُنْ
فِيهِ فَقَدْ بَهَتَّه
Hz. Peygamber: "Gıybet nedir bilir misiniz?"
diye sormuş, sahabe; "Allah ve Resulü daha iyi bilir" cevabını
vermişler, bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.);
"Kardeşini onun hoşlanmadığı bir nitelik ile anmandır"
diye tarif etmiştir. Kendisine, "Kardeşimde dediğim o özellik/nitelik
varsa ne buyurursunuz? denilmesi üzerine, "Eğer dediğin sıfat kardeşinde varsa işte o zaman
gıybet olur. Yoksa, ona bühtan ve iftira etmiş olursun" buyurmuştur.”[1]
Bu
tarif gıybet/dedikodu ile ilgili akıllarda hiç bir soru bırakmayacak kadar açık
ve anlaşılırdır. Hadis-i şerifte her şey açıkça ortaya konmuştur ki gıybet insanın
hoşuna gitmeyen ve konuşulup dillendirilmesini istemediği her şeydir.
Kur’an-ı Kerim
ilkeler ve kuralla kitabıdır. Yani O her konuda ayrıntılı bilgiler vermez.
Ancak özellikle insan ve toplum hayatına çok zarar vereceği açık olan konularda
ayrıntıya yer vermektedir. Bu meyanda sahitlik,[2]
yalancı şahitlik[3] gibi konularda açık
uyarılar yapmış, özellikle bazı had cezalarını açıklamış[4],
talak ve miras hukukuyla ilgili de daha ayrıntılı bilgiler vermiştir. Çünkü bu
konular insan ve toplum hayatında çok önemli yer tutmaktadır. Aynı şekilde Yüce
Yaratıcının toplumsal dokuyu zedeleyen alay etme, küçük görme, zan, kusurları
araştırma gibi önemli konuları açık bir dille ele aldığını görüyoruz. Bu
konuları içeren Hucurat suresi sosyal mesajları çok olan bir suredir. Fahr-i Kainat(sas) efendimizin tarif ettiği
gıybetin ne kadar kötü olduğunu da Hucurat 12. ayette görüyoruz.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ
إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ
أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ
إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü
zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz
diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten
hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah,
tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”[5].
Bu
ayet-i kerime’de Yüce Allah, kişilik haklarını ihlal eden üç davranıştan
sakınılmasını emretmektedir. Bunlar; "kötü zanda bulunmak",
"insanların gizli hallerini araştırmak" ve "gıybet etmek”tir.
Bu ayet gıybetin ne kadar kötü bir şey olduğunu gösterir.
“Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” kısmı “gıybetin tabi
olarak, aklen ve şeran kötülüğünü ve çirkinliğini tasvirdir. Gıybet edilen
kimse gıybeti yapıldığı sırada orada bulunmayıp kendini savunamadığından bir
ölü gibidir. Hem de aradaki din bağı sebebiyle kardeş olan bir ölü gibidir.
Böyle bir durumda yanında olmayan bir kardeşinin şeref ve onuruna saldırmak
onun et ve leşini yemekle aynı değerde tutulmuştur.”[6] Ayrıca Yüce Allah’ın gıybeti “ölü kardeşinin
etini yemeye” benzetmesi çok dikkat çekicidir ki insan eti yemek hele ölmüş
insan etini yemek en ilkel kabilelerin bile yapmadığı bir iştir. Yani gıybet o
kadar kötüdür ki Allah onu en iğrenç bir işe benzetmiştir. Gerçekten sonuçları
ile birlikte düşünüldüğü zaman gıybet büyük ailevi ve sosyal felaketlere sebep
olabilmektedir. Çünkü birçok aile dedikodu ve gıybetler yüzünden parçalanmakta
ve bir çok insan yine aslı olan olmayan dedikodularla birbirine girmekte.
Gıybetin olduğu yerde mutlaka zan, yalan ve iftira da olur. Çünkü bunlar ikiz
kardeşler gibidirler.
Peygamberimizin
eşi Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Bir gün Hz. Peygambere;
قُلْتُ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
حَسْبُكَ مِنْ صَفِيَّةَ كَذاَ وَكَذاَ فَقاَلَ : لَقَدْ قُلْتِ كَلِمَةً
لَوْ مُزِجَتْ بِماَءِ الْبَحْرِ لَمَزَجَتْهُ
"Ey
Allah’ın Elçisi! (Eliyle kısa boylu olduğunu tarif ederek) Şöyle şöyle olan Safiye
sana yeter dedim. Bunun üzerine
bana, "Ey Aişe! Öyle bir söz
söyledin ki, eğer o söz denizin suyu
ile karışsa her halde onu ifsat eder,
tadını ve kokusunu bozardı" buyurdu.
"Bir
gün Hz. Peygambere bir insanı, davranışlarını taklit ederek anlattım."
Bunun üzerine Allah'ın Elçisi, “Mukabilinde bana dünyayı verseler bile, bir insanı hoşlanmayacağı bir şey ile taklit
ve tavsif etmeyi katiyen sevmem”
buyurdu.[7]
Bütün bu ayet ve hadisler bize gıybetin ne olduğunu ve
nelere mal olabileceğini gösteriyor. Bizim bu manevi illetten/hastalıktan yüzde
yüz kurtulmamız nerdeyse imkansız, ancak ondan korunmak için şunları unutmamak
gerekiyor:
1-
Kendimize
yapılmasını istemediğiz bir şeyi başkasına yapmamaya çalışmalıyız.
2-
İnsanların ayıp, kusur ve günahlarını
araştırmanın, anlatmanın bize bu dünyada da ebedi alemde de hiçbir faydasının
olmayacağını aklımızdan çıkarmamalıyız.
3-
İnsanların kusurlarını örtmenin bizim
günahlarımızın affına bile sebep olabileceğini bilmeliyiz, zira Efendimiz(sas);
“Müslümanların gıybetini yapmayınız ve onların ayıplarını
araştırmayınız. Onların gizliliklerini araştıranın gizlisini de Allah ortaya
çıkarır. Onu evinde bile rezil eder.”[8] “Kim
bir Müslüman kardeşinin ayıbını gizlerse, Allah da kıyamet gününde onun ayıp ve
kusurlarını gizler” buyurmaktadır.
4-
Yanımızda
gıybet yapılmaya başlandığı zaman, öncelikle uygun bir dille yapılanın çok
doğru olmadığını anlatabiliriz, eğer hala devam ediliyorsa o zaman o ortamı
terk ederek tavrımızı ortaya koyabilmeliyiz. Zira yapılması ve konuşulması
helal olmayan şeylerin dinlenilmesi de helal olamaz.
5- Hz.
Peygamber(sas)’in şu hadisini de unutmamalıyız; “Mirac gecesinde, bakır
tırnakları olan bir kavim bana gösterildi, Bu tırnaklarıyla yüzlerini (ve göğüslerini)
tırmalıyorlardı. "Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum.
"Bunlar, dedi, insanların (gıybetlerini yaparak) etlerini yiyenler ve
ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir.(iffetli kimselere iftira
atanlardır)"[9]