7 Ağustos 2011 Pazar

Bilgiye, Başarıya ve Geleceğe Giden Yol!..

                                              OKU(MU)YORUZ

İçinde bulunduğumuz çağın adı; bilgi çağıdır. Bilgi çağının en büyük silahı yine bilgidir. Bilgi öğrenmeye, bazen bir kişi, bir olay, bazen de bir kitap yahut dergi vesile olabiliyor.
 Ancak toplum olarak acı bir gerçeğimiz var, o da okumaktan, araştırmaktan ve dinlemekten kaçmak. Hemen hepimiz okumaktan kaçarız ya da bir kitabı, dergiyi, gazeteyi yüzeysel olarak incelemekle yetiniriz. Vaktim yok, yarın okuyacağım, okumak istiyorum ama henüz fırsat olmadı gibi bahanelere sığınırız.
Bir konferans yahut seminerde esnemeye ve sağa sola bakmaya başlarız. Bize bilgi veren her şeyden nedense uzak dururuz.
Televizyon kültürünün her eve girmesi ve yerleşmesinin kitap, dergi ve gazeteye olan ilgiyi azalttığı söylenebilir. Eğitim sisteminin ezbere ve nakilciliğe dayalı olması ve internette hemen her şeyin aranıp bulunabilmesi kütüphanelere olan ilgiyi bitirdi.
Kitapların, dergilerin, gazetelerin baskı sayısı düşüyor. Gelişmiş ülkelerde kişi başına bir kitap düşerken ne yazık ki bizde on kişiye bir kitap düşüyor. Okumayan, düşünmeyen, araştırmayan ve konuşmayan bir toplum oluyoruz. Bunun sonucunda içine kapanık ve bilinçsiz bir toplum yapısı ortaya çıkıyor. Fikir üretmiyor ve bize anlatılanlara hemen inanıyoruz. Olaylar karşısında yorum ve analiz yeteneğimiz köreliyor. Basmakalıp bilgilerle yetiniyoruz. Geçmişimizi bilmediğimiz gibi gelecek hakkında ki öngörülerimizde zayıflıyor.
Oysa “oku” diyen, ilim öğrenmeyi kadın, erkek tüm Müslümanlara farz kılan bir dinin mensubuyuz. Hz.Peygamber “ilim mü’minin yitik hazinesidir, nerede bulsa onu almalıdır” diyor.
Ancak biz gene de okumuyoruz. Sonra da büyük yazarların ve ediplerin yetişmemesinden yakınıyoruz. Bir eseri kıymetli kılan yazarı değil, okuyucusudur.
Kimsenin okumadığı bir eserin hiçbir kıymeti yoktur.
Ufkumuzun genişlemesi; yeni bilgiler edinmek ve geçmişten dersler almak adına okumalıyız. Son günlerde ticari kaygılarla yazılanlar hariç elimizde bulunan ya da ulaşılabilecek her eseri okumalıyız. Düşünce ve hayal dünyamızı genişletmek için kitaplarımız bizim rehberimiz olmalıdır.
İlgi alanımıza giren yahut öğrenmek istediğimiz bir konuyla alakalı olan konferans, panel, oturum vb. faaliyetlere katılmalıyız. İlim öğrenmemize vesile olacak her şeyden azami ölçüde faydalanmalıyız. Bilgi çağında bilgili ve bilinçli bir toplum inşa edebilmeliyiz.
Muasır medeniyetler seviyesine erişmenin yegâne yolu bilgiyi rehber alarak hareket tarzı geliştirmektir.
Okuyan, araştıran, düşünen, konuşan bir toplum olmak temennisiyle…

KÜRT AÇILIMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…


Türk milleti bu güzel yurdu kendine vatan edindiğinde, Anadolu da Ermeni, Rum, Gürcü ve Kürt gibi farklı etnik kökenden milletler vardı. Anadolu’nun yeni hâkimi olan ecdadımız, karakteristik özelliği olan hoşgörü politikası gereğince hiçbir farklı grubun varlığına dokunmamış, onların milli ve dini özelliklerine karşı asla bir karşıtlık içine girmemiştir.
Tüm farklı unsurlar, Türk himayesinde huzur içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Öyle ki, Osmanlı’nın yönetim kademesinde birçok farklı ulustan kimseler görev yapmıştır. Kimse etnik kökeninden dolayı ayıplanmamıştır.
Ancak Osmanlı’nın son döneminde dış güçlerinde teşvikiyle içimizde rahatça yaşayan Rumlar ve Ermeniler çeteleşerek Türk ordusunu arkadan vurmuş, köyleri, mezraları, basarak sivil halkın malına, namusuna, canına kast etmiştir.
Bu dönemde bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyenler olmuşsa da Kürt halkının çoğunluğundan asla destek alamamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda bizzat İngilizler tarafından Kürt kimliği kaşınarak isyanlar çıkartılmış ve Musul-Kerkük kaybedilmiştir. Bundan sonrada Türk devleti özellikle Kürtler arasında bu tür nifakların doğmasını engellemek ve Türk-Kürt ayrımının yanlışlığını, milletimizin bir olduğunu anlatmak adına bir takım tedbirler almıştır.
1000 yıldır kardeşçe yaşadığımız insanlarla sürekli bir mücadele halinde olmamızı isteyen emperyal güçler pkkyı kurdurmuş ve milletimizin başına musallat etmiştir.
pkk denen terör örgütü sözde Kürtlerin hakkını savunmaya çalıştığının propagandasını yapmış ancak birçok Kürt köyünü basarak çocuk, yaşlı demeden büyük bir kıyıma girişmiş, okulları, fabrikaları, hastaneleri yakarak bölge insanını sindirmeye çalışmıştır.
Görüldüğü gibi pkk sadece Türklerin değil Kürtlerinde en büyük düşmanıdır. Böyle bir örgütün ve onun çizgisinde siyaset yapanların Kürtlerin hakkını aradığını söylemek büyük bir aptallık olacaktır.Geçmişte yaşananları bir kenara bırakırsak bugün kimse Kürtçe konuştuğundan dolayı yargılanmamakta hiçbir hizmetten mahrum bırakılmamaktadır. Bugün Kürtlerin yahut başka etnik kökene sahip olan vatandaşların; öğretmen, polis, doktor, avukat, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olmasının önünde hiçbir engel yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes hangi etnik kökene, mezhebe sahip olursa olsun devletin gözünde eşittir.
O halde devletin bir etnik kökene yönelik açılım yapması evvela herkesin eşit olduğunu söyleyen anayasaya aykırı değil midir?
Devletin etnik bir kökene göre politika üretmesi devletin vatandaşlarına karşı eşitlik prensibini bozmaz mı?
Bu adım yarın başka etnisitelerinde hak talep etmesine emsal teşkil etmez mi?
Bu soruların tümünün cevabı evettir. Ve bu adımlar en nihayetinde ülkede ki birlik ve beraberliği bozma yolunda seyredecektir.
Millet, aynı vatanda yaşayan, aynı tarihi paylaşan, aynı duyguları hisseden insanların oluşturmuş olduğu bir yapıdır. Anadolu da birlikte yaşadığımız; aynı olaylara sevinip, aynı acılara üzüldüğümüz herkes milletimizin içinde sayılır. O halde Kürtlerde diğer etnisitelerde Türk Milletinin birer parçasıdır. Farklı etnisiteden gelmeleri millet tanımının içinde yer edinmemeleri anlamı taşımaz. Çünkü millet ve ırk farklı şeylerdir.
Bugün Kürtlerle ilgili bir problem aranıyorsa bu; kimlik yahut anadil konusu değil, bölgede ki feodal düzen ve bundan kaynaklanan az gelişmişlik ve eğitimsizliktir. Gidin doğuya her hangi bir kişiye en büyük probleminiz nedir diye sorun. İşsizlik ve geçim sıkıntısı cevabını alacağınız kesindir. Bugün herkes etnik kimliğini söyleyebilmekte, ana dilini rahatça konuşabilmektedir. Elbette devletin resmi dili Türkçe olacaktır, elbette eğitim dili Türkçe olacaktır.
Çünkü bu devletin adı Türkiye’dir. Asli unsur Türklerdir. Anadilde eğitim hakkı, ayrı bir kimlik, özerk bir yönetim isteği ulus-devlet ve üniter devlet yapımıza aykırıdır.
Bugün nasıl Rusya’ da Rusça eğitim veriliyorsa, İtalya’da İtalyanca eğitim veriliyorsa, Arabistan’da Arapça eğitim veriliyorsa, Türkiye’de Türkçe eğitim verilmesinden daha tabii ne olabilir?
Devlete, millete, bayrağa, dile ve dine dünyanın tüm ulusların da aykırı hareket etmenin adı, bölücülüktür. Bugün, içinde yaşadığımız çağda İmparatorluklar değil ulus devletler vardır. 
Nasıl Almanya’da birçok Türk ve farklı millet olduğu halde, asli güç olan Almanların adıyla devlet Almanya olarak biliniyor ve Almanca konuşuluyorsa Türkiye’de hâkim güç olan Türk Milletinin adıyla anılacak ve Türkçe konuşulacaktır. Bunu kabul etmek istemeyen kendi istediği ve standartlarını kendi belirlediği bir ülkeye gitmekte serbesttir. Yok, Türk yurdunda bölücülük yapılacaksa bunun bedeli elbette çok ağır olacaktır.
Sayın Başbakan, bu projeyle terörün biteceğini söylüyor. Peki, bunun garantisini neye dayanarak verebiliyor? Bu milletten asıl gizlenen nedir? Teröristlerle pazarlık mı yapılıyor ki terörün biteceği söylenebiliyor?
Eli kana bulaşmamış teröristlerin(!) pişmanlık yasasından yararlanarak bizlerin vergileriyle iş sahibi olması sağlanıyor. Eli kana bulaşmamışsa dağa kayak yapmak için mi çıkmış bu adamlar? Ülkemizin huzuruna kast eden teröristlerin rahat rahat gezebilmesi açıkçası bu milletin kanına dokunuyor, sabrını zorluyor.
Açılım yapacağız diye teröristler kahraman gibi karşılanacak, rahat rahat aramızda dolaşacaksa, devletimizin, milletimizin, dilimizin adı tartışılacaksa, kamplaşmalar ve kutuplaşmalar olacak; halk tahrik edilecekse Türk Milleti buna elbette karşı çıkacaktır. Çünkü bu adımlar Kürtlerin değil pkk’nın istekleridir ve pkk ile mücadelede 30.000 şehit veren bir ülkenin pkk’nın taleplerini yerine getirmesi aziz şehitlerimiz ve gazilerimiz başta olmak üzere milletimizin her ferdinin ruhunu sızlatacak ve tarihe kara bir leke olarak geçecektir.

    BU KALP SENİ UNUTUR(mu)?

Özellikle son dönem yayınlanan dizilere baktığımızda ahlaki bir çöküntüyle karşılaşmaktayız. Dizilerde Türk örf ve adetleri ile bağdaşmayan, halktan kopuk bir şekil ve içerik hâkimdir. Ancak ben başka bir konuya ve filme dikkat çekmek istiyorum; Bu Kalp Seni Unutur Mu?
Eğer gerçekleri gösterir, bir dönemi objektif bir şekilde aktarırsan unutmaz.
Ancak kendi görüşlerinin propagandasını yaparsan “unutur” ve bir daha “hatırla”maz.
Filmin senarist ve yönetmenleri daha önce de Hatırla Sevgili adlı filmi yayınlamışlardı.1960’tan 1980’e kadar yaşananların anlatıldığı(!)bu filmin devamı ise Bu Kalp Seni Unutur Mu adlı filmmiş…
İsimler, oyuncular değişmiş ancak niyette bir değişmenin olmadığını görüyoruz.“Hatırla”rsanız Hatırla Sevgili adlı filmde de solcular kahraman, ülkücüler duygusuz ve kaba kimseler olarak lanse edilmişti. Bu Kalp Seni Unutur Mu da bu niyet aynen devam ediyor.
Senarist ve yönetmen kadro kendi ideolojik eğilimleri doğrultusunda kaleme aldıkları filmde sol karakterleri de özellikle ünlü oyuncuların içinden seçip inceden inceye propagandalarına devam ediyorlar. Onlara göre; Kahramanmaraş, Çorum, Sivas sözün kısası aklınıza gelecek her türlü olayın müsebbibi Türk milliyetçileridir. Ülkücü-milliyetçi gençler aşktan anlamayan, nezaketten uzak, ellerinde silah olan faşistlerken(!),devrimci gençler gayet hisli, gayet mütevazı gayet masum kimseler, ellerinde ise silah yerine kalem var.12 Eylül’ün tek mağduru yine devrimci gençler, milliyetçiler statükocu…
Peki, sormak lazım…
Mardin’de, Kars’ta kale burçlarına orak-çekiçli bayraklar asan, Artvin’in dağlarına “Küçük Rusya”,memleketin duvarlarını “Rus askerine selam dur” yazılarıyla donatan, mahalleleri, sokakları “kurtarılmış bölgeler” ilan eden, İstiklal Marşı yerine Enternasyonal okuyan, dinin afyon olduğundan, milliyet mefhumunun bölücülük olduğundan bahseden, banka soyan, gasp yapan, yolları kapatan, dükkânları yağmalayan, Fatsa’da “öldürecek ülkücü kalmadı “ diyerek cami imamlarını vuran kimlerdi?
Ruhi Kılıçkıran, Süleyman Özmen, Dursun Önkuzu, Yusuf İmamoğlu, Mürsel Karataş, Recep Haşatlı, Hamit Fendoğlu, Hikmet Tekin, Ercüment Yahnici, İlhan Darendelioğlu, Gün Sazak ve daha binlercesinin katili kimlerdi?
Mustafa Pehlivanoğlu, İsmet Şahin, Cengiz Baktemur, Ahmet Kerse, Ali Bülent Orkan, Fikri Arıkan, Halil Esendağ, Selçuk Duracık, Cevdet Karakaş gibi isimleri idam eden 12 Eylül idaresi değil miydi? Mamak’ta C-5’te bedeniyle, aklıyla, gururuyla oynananlar mı statükocuydu?
Bu soruların tümünün cevabını elbette biliyoruz.
Tabi ki o dönemin anlatılmasını, yargılanmasını isteriz. Ancak o dönemin anlatıldığı sözüyle fosilleşmiş düşüncelere nostaljik destekler vererek değil, objektif bir şekilde, eğrisi, doğrusuyla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder